Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yarı Aslan, Yarı Keçi, Yarı Ejderha

Merhabalar. Hafif hafif karın yağmaya başlamasının ayrı bir sevinci var sanırım. Ordu'da bir ilçede çalışırken yağan karı japon flütüyle karşılardım. Sakinleşme katsayısının bam teli gibi bir sestir japon flütü. Sıcak bir içecekle pencere kenarına rezerve eder insanı. Karın sakinliği, yavaşlamanın, yavaşlatmanın tadını izletir bize. Gökyüzünden bir düşüş ki, hayata kendini bırakmanın valsi gibi. Evet, giriş için bu kadar güzelleme yeterlidir diye düşünüyorum. Bu yazıda biraz biyolojik bir haberden yola çıkarak fıtratın bir katmanına ulaşmayı planlıyorum. Umarım gerçekleştirebilirim. Haber şu ki; "Biyolojik annenizin, siz doğduktan çok sonra bile, vücudunda size ait hücreler taşıyabildiğini biliyor muydunuz? Araştırmalar, hamilelik esnasında fetüs (cenin) hücrelerinin plasentadan annenin diğer vücut bölgelerine yolculuk edebildiğini gösteriyor. Aslında bu, yeni keşfedilmiş bir olgu değil. 1990’lardan bu yana biliniyor ve adına ' Cenin Mikrokimerası ' deniyor. Kimera, ...

Patenli Kuğu

Merhabalar. Korona mı bildiğimiz grip mi derken garip garip kurtulamadığımız hastalıklarla yaşamayı öğreniyoruz sanırım. Kafamızda birçok soru işareti, ünlem işareti varken yine bunlara denk gelecek bir konuyu yazmak istedim. Biraz metafor üzerinden gideceğim. Umarım keyif alacağınız bir yazı olur. Kalp ritmini gösteren kırmızı çizgileri herkes bilir sanırım. Bazı bireylerin hayatı bu kırmızı çizgilerdeki gibi aşağı ve yukarı sert bir şekilde iner ve çıkar. Bir anda hayattan müthiş bir keyf alırken bir anda hayatın yaşanmaz derece sıkıcı, boğucu ya da mutsuzluk sebebi olarak görebilir. Terapilerle bu sert değişimler yerini anlamlı geçişlere bırakabilir. Daha dengeli bir hal alabilir ancak her iyileşme eğrisinde olduğu gibi duyguların değişimi dalgalı seyreder. Hepimizin istediği ilişki türü de aslında bu daha dengeli seyreden kalp ritim eğrisine benzer. Duygunun yerinde, zamanında ve kararınca yaşandığı, anlamlı ilişkilerimiz olsun isteriz. Ancak bizim kök ilişkimiz böyle bir iklime ...

İlişkilerin "Dışarı" Özlemi

Merhabalar. Yazmaya biraz ara vermiştim. Konuların zihnimde toparlanması, kimisinin ruhumda şimşek çakmasını bekledim. Üzerine yoğunlaşabileceğim konular bulmak zaman istiyor. İlginç bir başlıkla karşınızdayım. Öncelikle erillikle kastedilen şeyin her bireyin içinde bulunan eril yanla ilgili olduğunu belirtmem gerek. Yani yazıyı sadece erkekler üzerinden tasavvur etmemenizi rica ediyorum. Kadın ve erkekte hem eril yanın hem de dişil yanın olduğunu, kişiden kişiye oranların değişebileceğini ifade etmem gerekir. Dışarı ile ilgili kastedilen şeyin ise ev hayatının dışında kastedilen, sosyal çevrenin bütününü kastediyorum. Evin güven ortamı oluşması adına kadın ve erkekte kaygıyla motive olan bir korku oluştu. Evliliğin "iyi" gitmesi adına yöntemler, taktikler, stratejiler ortaya kondu. Ev yaşantısını kaliteli ilişkilerle donatmak adına yapılan bunca çabadan sonra aslında arzu edilenin gerçekleşmediği görüyorum. Ev ortamı kaliteli ilişkilerden gücünü almak yerine tamamlanması ...

Öfkeyi Yaşamadan Şükür Mümkün mü?

Merhabalar. İçim biraz şişmişken yazıyorum. Bu konuyu öncelikle herkesle paylaşmayı düşünmediğimi söylemeliyim. Yani bu yazıyı okuyorsanız yine de zorlanmayacağınız anlamına gelmeyebilir. İhtimalen yazıyorum; sizin için çok kolay bir konu da olabilir. Görüşlerimi paylaşmayabilirsiniz. Benim görüşlerim de sadece bir görüş. Yani bir şeyleri temsil etmiyor. Bütün rollerimden sıyrılarak, insan rolümle bu konuyu sorguluyorum o kadar. Herhangi yaşanacak bir olumsuzluktan dolayı birileri yanaşıp şükretmek gerektiğini mutlaka hatırlatır. Acaba o ânın içinde öfkeliyken şükretmek gerçekten de yapılabilecek bir şey mi? Biz sanırım bir şeyi çok iyi biliyoruz, o da; birbirimizi bastırmak. Birisinin yaşadığı olumsuz olayın daha kötüsü illa ki bir yerlerde yaşanıyordur... Daha kötüsünü gören gözler için şükretmek daha kolay da olabilir tabi. Ama ya gerçekten herkesin sınavı başka ise, o zaman hemen şükretmek için pay çıkarmaya çalışmak samimiyetsizlik değil mi? Ne kadar samimi olur bir insan hem öf...

Ömür Dediğin Sağlıklıksız İlişkiler mi?

Sizi rahatsız edebilecek bir konu ile karşınızdayım. Merhabalar. Amacım birilerini yargılamak ya da suçlamak değil, ilişkileri anlamlı bir zemine oturtmaktır. Bir televizyon kanalında yaşlılarımızın yaşadığı zorlukları anlatan bir program var. Bu programı izlerken acı, hüzünlü bir hayat hikayesi ile karşılaşıyorsunuz. İnsanın etkilenmemesi, üzülmemesi hatta hüzünlenmemesi elde değil. Programın bir bölümünde bir dededin "Her çocuğuma birer daire aldım, her şeylerini eksik etmedim, şimdi huzurevindeyim bayram da bile gelmiyorlar!" sitemine takıldım. Evvela bu adamın çabasının görülmediği görülüyor. Sevgi, ilgi beklediği duyuluyor. Ancak aklıma takılan sevilmek, takdir edilmek için onca mal mülk almışken neden bunların yaşandığı? İçimden bir ses, dedenin baba olarak çocuklarıyla nasıl bir ilşki kurduğunu sorgulamamı istiyor. Belki de sağlıklısız bir ilişki vardı ihtimali üzerine düşünüyorum. Sevmek için mal mülke gerek yok. Hatta sevmek her şeyi kendi potasında erittiğine göre ...

Günün Birinde Bir Organda Bayrak Açıyor Duygularımız

Güzel umutlu günler dileyerek merhaba demek istiyorum. Bugün sizlerle paylaşmak istediğim konu temelde düşünce ile duygu arasına sıkışmış, belki bazı şeyleri anlamlandıracak bir ikilem. Aslında ânın içinde devamlı seçim yaparak yaşıyoruz. Gözlemlediğim kadarıyla sağlıklı olanı seçmek genelde zor olanı. Normallere bürüdüğümüz anormaller kendi sağlığımıza birer kör düğüm aslında ancak bunları görebilmek bile uğraş istiyor. Normal olup konfor alanında tükenmek varken insan neden cesaret yüklenip normal normal midir diye bakar ki! Yazılarımdan takip ettiğiniz kadarıyla düşünce akıl zeka gibi bilişsel becerilerden ziyade duyguları daha fazla savunduğumu bilirsiniz. Bu yazıda da bunu yapmaya çalışacağım yine. Bazen dertler öyle boğar ki kelimeler insanın boğazına tıkanır, göğsünde birikir taş gibi katılaşır. İşte o duygu yüklü kelimeler katılaştıkça daha da bir yük olur insana. Anlattıkça hafifleriz. Tabi karşıdakinin de dinlemeyi bilmesi gerekir. Durmadan size ne istediğinizi soran birisi...

Çocuğa Ulaşmak

Umutlarımızı yeşertmeye çalıştığımız kasvetli günlerden sizlere merhaba demek istiyorum. Tepki vermek, tepki verememek ve yok saymakla yorulduğumuzu görüyorum. Baş etme becerilerimiz yaşadığımız sosyal olaylarla zorlanıyor. Kimisinden güçlenerek çıkıyoruz kimisindende vicdan rahatsızlığıyla. Bu yazıda sizi bu konulardan biraz uzaklaştırmak istiyorum. Çocuklar her şeyi fark eder mi, onu konuşalım. Yaşadığım küçük ölçekli şehrin kronikleşmiş sorunları var. Psikodramanın kurucusu J. L. Moreno, bireyin ruhunun hastalanabileceği gibi toplumun da hastalanabileceğini ifade eder. Hatta bunun için bir önerisi de vardır; psikiyatri kişinin ruh sağlığı ile ilgilenirken sosyatrinin de toplumun ruh sağlığıyla ilgilenmesi gerektiğidir. Bizi hastalandıran virüslerden biri de çocukların “küçük” oldukları için hiçbir şeyi farketmemeleri, hiçbir şeyden anlamamalarıdır. Bunun yansıması olarak ailede bir birey gözüyle çocuğa bakılmaz, fikri sorulmaz. Aile “büyükleri” her şeyin kararını alır, çocuğun da b...

Hüznün Huylanışı

Merhabalar, ağaçların renk cümbüşüne döndüğü şu sonbahar mevsiminden sizlere kucak dolusu sevgiler. Bugün biraz kelimeler üzerinde dans edip spontane bir yazı yazmak istiyorum. Her gün ilişkilerin nasıl da laçkalaştığını konuşur olduğumuz şu günlerde sanki bütün ilişkilerimizi sel yatağına imar etmişiz gibi bir düşünce kafamda dolanıp duruyor. Daha önceleri ilişkilerde imara açmadığımız bakir toprakları şimdilerde geçer akçe ne ise onunla talan eder olduk. Mutluluğu bir müteahhit hırsına çevirdik sanki. Fazla para, güç devşirmekten omuzlarımız kaskatı oldu. Bir sınırsız özgürlükte koca okyanusa kafa tutan Titanik gibiyiz. Bazen düşünüyorum gerçekten o kadar güçlü müdür hırsımız? Ve ne durdurur bu mutluluğa susuzluğumuzu? Çok pesimist görünebilirim ancak gözlemlediklerimden arta kalan genelde yoğun bir yorgunluk oluyor; gönül yorgunluğu. Kimin ne gerçekliği yaşadığını düşünmek beyin sancısı bir durum. Senelerdir şunu bilirim ki hep başkaları bize oyun oynamış, üzerimizde strateji den...

Baba Tipolojisi Otizm Belirtisi mi?

Merhabalar. Umarım gününüz güzel geçiyordur. Bugün sizlere okuduğum kitapta öğrendiğim bir bilgi üzerinden bir farkındalığımı paylaşacağım. Okuduğum kitap Daniel Goleman'ın Sosyal Zeka kitabı. Kitabın içerisinde keşfedilen birçok bilgi ve yapılan deneylerden çokça örnekler var. Benim için ikisi de bir kitap için çok iyi kriterler. Kitapta IQ'yu (Intelligence Quotient) yerle bir etmekten ziyade EQ'yu (Emotional Quotient) tanıtıp, insanı tanımak ve anlamak için farklı zekaların olduğunu da açıklamaya çalışmış. Bence yerinde bir yaklaşım. IQ denilen şey bana göre nakıs kalan bir açıklama. Sonuçta insan sosyal bir canlı ve kişilerarası ilişkiler hayati anlamda önemli. Kitapta öğrendiğim bilgi; otizm belirtisi gösteren bireylerin çoğunluğunun erkek olması üzerine otizme erkeklik hormonlarının sebep olup olmadığına bakılmasıyla başlıyor. Burada araştırmacıların istediği şey eğer erkeklik hormonu etkiliyse tedavi için kadınlık hormonlarıyla denge sağlanıp tedavinin olup olmama ol...

"Ben"le Karşılaşınca "Ben" Olur muyum?

Merhabalar, umarım güzel günler geçiriyorsunuzdur. mevsimin değişmeye başladığı şu günlerde ufaktan büyükten hastalanmalar artmaya başladı. Şu aralar ben de böylesi bir soğuk algınlığı yaşıyorum. Mevsimin değişiminden -kendimi bildim bileli- her zaman fazlaca etkilenirim. Hatta bazı zamanlar değişimi sevmediğimi kendime söylerim. Bugün sizlere insanın "kendiyle karşılaşması" konusunda bir yazı yazmaya karar verdim. Ebeveynlerle yaptığım görüşmelerde hep kullandığım birkaç cümle vardır. Bunlardan biri bireyin çocuğuyla kurduğu ilişkinin kendi çocukluğundan bağımsız olmayacağıdır. Hatta kendi çocukluğuna dair eksik kalan, yaşanmammış ne varsa bunun bireyin kendi çocuğuyla kurduğu ilişkiyi dizayn edip yönetmeye başlayacağı gibi iddiayı ileriye taşıyabilirim. Özellikle kendi anne babasıyla ilişkisi iyi olmayan bireyler anne veya babalarına benzemeyeceklerine dair sözler verirler. Oysa ki annelik ve babalık rolü için farklı bir repetruar gelişmemiştir. Bir şeylerden kaçmak belki...

İndirgeme ve Popülizm

Merhabalar, temasını ne zaman belirlediğimi bilmediğim bir konuyu yazmak istedim. Biraz anlamamak ve fantaziye kaçan düşüncelerle popülizm arasında bağ kurmaya çalışacağım. Umarım keyifle okursunuz. Çok çok önceleri zihnimde dolanan bir cümle vardı; anlamlandırılmayan şeyler fantaziye kaçar. Fantazilerin popüler hale gelmesi çok kolaydır. Anlam, kendi içinde bir ağırlık taşır. O yüzden en korktuğum cümleler özün özü cümlelerdir. Öz cümleleri kurabilmek için üzerinde yetkinleşmek gerekir. Yetkinleşmek, sorumluluğu da beraberinde taşır. Bilge olarak gördüğümüz kişilerdeki olgunluğu söz ve davranış arasındaki tutarlılığı sağlar. Bu tutarlılık sorumluluktan gelir. Bilgenin bir şeyi anlamlandırması için üzerinde yoğunlaşması ve zamandan, mekandan bağımsız bir performans ortaya koyması gerekir. Bilmem ne kültüründe yetişmiş birinin dünya üzerinde geçerliliği yüksek eserler çıkarması bu sayededir. Klasik saydığımız eserlerin bütün kültürlerde karşılık bulması, yaşamının ağır ve karşılık bulm...

Zaman Sadece Ân'dan mı İbaret?

Merhabalar, kafa kurcalayan, bakış açısı değiştiren ve derinleştikçe konunun kıyısında kalmışlık hissi veren bir konu ile karşınızdayım. ÂN. Zamanı üç boyutlu sayma kolaylığında yaşarken bu ân ve ânlar boyutu bütün kriterleri masanın üstünden sıyırıp atıyor. Geçmiş, şimdi ve gelecek klasörlerimiz sanki ân klasörünün içinde alt klasörler. Herkesin ânda yaşamadığını söyleyerek konuya derinlemesine giriş yapmak istiyorum. Başkalarının başka kurduğu ilişkilerle yoğruluyoruz. Karşımızdakinin hangi ânda yaşadığını bilmeden aynı zamanı paylaşıyormuşuz gibi geliyor ama tabi ki öyle değil. Bu hayatı yaşarken karşımıza çıkan üzücü olaylar karşısında etkisiz olabileceğimiz yaşlar var. Genel olarak 0-7 yaş arasında bir senaryoyu izler gibi yaşıyoruz. Anlamakta zorluk çekeceğimiz şeyleri zihnimiz bastırıp bilinçaltına yollayabilir. Kaldıramayacağımız, o ân yaşayamacağımız, sisteme ağır gelen duyguları da aynı şekilde zihin bilinçaltına süpürür. Biz onlarla yaşarken onlar bizim doğal parçamızmış g...

Bilmek-le Görün-mek

Güzel bir yaz akşamından herkese merhabalar. Umarım afiyettesinizdir. Efendim bendeniz de iyiyim. Birkaç kilo fazlamla derin sağlık endişeleri taşıyabiliyorum. Bu sayede daha hızlı yürüyorum korkudan. Bugün sizlere bilmeyi önemseyen kişiler hakkında bir yazı yazmak istiyorum. Yaşadığım şehir itibariyle yaptığım gözlemlere göre 45-50 yaş üzeri insanlarda genel bir "görünme" çabasının olduğunu görüyorum. Benim ortaya attığım bu cümle, gözlemlediklerimle sınırlı ve ulaşmak istediğim şey; her şeyi bilme ya da konuşma çabasının arkasında görünme çabası olabilir, peki görünme çabasının arkasında ne var? Olabilirlerle devam edip konunun etrafında dolanacağız, ki nasıl bir manzaranın etrafın yaşıyor muşuz görelim. Belirlediğim yaş kriterinin bir nedeni, bu yaş aralığında olan kişilerin kardeş sayısı çoktur. Dünya savaşından sonra azalan nüfusla birlikte ortaya çıkan insan gücü eksikliği baby boomer dediğimiz nesli ortaya çıkardı. Bu nesille birlikte dünya nüfusuna 1 milyar insan ek...

Sözlerin Ağırlığı Vücutta Kaç Kilo?

Merhabalar, umarım bir önceki yazı çok karmaşık gelmemiştir. Yazı yazdıktan sonra düzenlemek için geri dönmüyor oluşum biraz kronikleşti. Belki zihnimin duyurduğu bir şeyler vardır. Kendi hatamı aramak, anlam kaybımı bulmak hoşuma gitmeyen bir şey. Gelişmenin önünde kendilik sorunu diyebiliriz. Bu yazıda ise biraz taşıdığımız duyguların bize nekadar yük olabileceğine bakacağız. Beni tanıyanlarınız duygulara daha fazla önem verdiğimi bilir. Bu yazı da duyguların güzellemesi olacak. Vücudun kendi sağlığını korumak gibi yetisi varken bunu her zaman da başaramadığına şahit oluruz. O ân için aşırı gelen bir üzüntü duygusunu zihin, daha sonra yaşamak üzere bastırabilir. Burada biraz kar-zarar kıyası yapar. Her seçim aslında bir şeyden vazgeçmektir yasasına göre de hareket ederek bir duygunun yaşanmasını da engelemiş olur. Terapi ortamında işte bu duyguların ameliyatı yapılır. Yara açılır, temizlenir ve kapatılır, hasta iyileşme sürecine geçer. Sosyal çevremizde "insan derdini anlatarak...

Belki'ler En Çok Akşam Vakti Düşer Denize

Merhabalar, spontane gelen bir yazı ile karşınızdayım. Son yazıda aşk üzerine yazınca insan bir romantikleşiyor. Duygular eskiye kaçıp deniz gibi kabarıp dalga dalga gelip gidiyor. Zihnimde bir araya gelen kelimelerle, bir aşk güzellemesi yazmak istedim. Belki'ler en çok akşam vakti düşer denize. Kimisi yakamoz kadar büyüleyici manzara gibi karşımıza çıkar, kimisi de denizin karanlığında dibe çöker. Ancak herkes bilir ki o "belki" oradadır. Aşkın katlarından mıdır nedir bir belki, ümit kapısı olur. Ümit etmek, aşığın yemeği. Bir "ben vardı gizlide, şimdi karşıda var mı diye ümit eder insan. Kabul görmek, sevilip sayılmak ister. O yüzden kimi aşığın eli ayağı bacakları titrer, kimisinin de kelimleri, cümleleri... Bir cennet ışığıdır o, sevilip sayılmak. O ışık hüzmesinin ötesinde gözler bir dem yanar sonra sonra alışır aydınlığa. Tek rengi olan alışkanlık tekerrüre girer ancak aşk bin bir renktir oysa. Her ânın başbaşka ve sonsuz gelmesi bundandır belki de. En çok d...

Aşk Üzerine...

Merhabalar, bu yazıda biraz can acıtan, hayata küstüren, varoluşumuzu sorgulatan bir konudan bahsedeceğim. Yaşadığımız ilişkilerde ya karşılığımız yoksa, bu hisse biraz odaklanalım istiyorum. Aşk bir yanılsama gibi kıymızda köşemizde dolanırken, bir ân karşımıza çıkan kişiyle kalbimiz başka bir hızda çarpmaya başlar. Dünyanın bütün rengi kontrastı artırılmış gibi heyecan katar insana. "İşte yaşamak bu olsa gerek" deriz. Uykusuzlukların en tatlı sebebini bulmuş, zorlukları bardaktan su içer gibi gönüllü ve zahmetsiz üzerimize almışızdır. Geçmiş ve gelecekten ziyade, ândır işte her şeyin üstünde olan. Doğanın her bir hareketin anlam çıkarma telaşı tatlı tatlı terletir insanı. "İşte yaşamak bu olsa gerek" deriz ki bundan önce uyandığımız sabahlarda gün aymamış, akşamlar iyiden ziyade eh işte kıvamında gezinmiş. Aşk bir yanılmasama mıdır diye de olana bitene inanamaz hale gelmişizdir. En hayretsiz günler artık sıradan şeylerin başkalaşım geçirdiği bir hal almıştır. İnsa...

Her Seçim "Kendini" Duyurur

Sıcak bir Ağustos gününden sizlere merhabalar. Bugün seçimlerimiz hakkında bir iki şey yazmak istiyorum. Seçimlerimiz önemli mi, mantıklı mı duygusal mı temelli, kendilik değeri için ne gibi bir etkisi var bir onlara bakalım diyorum. Seçimler denince hemen aklımıza demokrasinin gereği olan genel seçimler gelebilir ancak ben bu yazıda her gün içinde bulunduğumuz ve bizi derinden etkileyen seçimlerimizden bahsedeceğim. Ben küçük ölçekli bir şehirde yaşıyorum ve bu herkesin birbirini tanır oluşunun bazı dezavantajları var. Mesela, “özel alan” kavramının mütecaviz davranışlarla kısıtlanması. Herkesin birbirinin özelini biliyor oluşu, farklılığı tehdit olarak algılaması neden sonuç ilişkinin ortaya çıkardığı bir durum. Bir gencin üniversite tercihine bakıldığında kendisinin dışında herkesin fikrinin alındığı görülebilir. Bu önemli seçim, öğrenciye bırakılmayacak kadar değerlidir. Oysa ki bu gerçeği yaşayacak, hikayesinin önemli bir kısmına ekleyecek olan kişi öğrencinin kendisidir. Kendis...
"Kuşlarda, harika tüyler bir kusuru kapatır. Bu türler şarkı söyleme yeteneğinden yoksundur. Her zaman istisnalar olsa da, erkeğin şakır şakır süslendiği türlerin çoğundan olsa olsa acınası bir ses çıkar. Halbuki ötüş, üreme sürecinde önemli bir kozdur. Tersine, en iyi "şarkıcılar" çoğunlukla kılık kıyafetleri en mütevazı olanlardır: bülbül baştan aşağı kahverengilere bürünmüştür, karatavuk siyah, müzisyen ardıçkuşunda taş çatlasa birkaç küçük bej leke vardır. Kısacası, virtüözler en gösterişsiz olanlardır. Evrim, kuşlara pek bir seçenek tanımamış gibidir: ya tüy ya ötüş." Kuşların Felsefesi - Philippe J. Dubois, Elise Rousseau. Seneler önce okuduğum bir kitaptan alıntı ile yazıma başlamak istiyorum. Bir önceki yazıda merak duygusunun alametifarikasından bahsetmiştim. Kuşların Felsefesi kitabını arayıp bulmam, merak etmem üzerine birkaç şey yazayım. Efendim yine çok çok seneler önce Bahçenin Felsefesi diye bir kitap okumuştum. Bahçe olgusu üzerine doğa ile i...

Sadece Merak, Merak Değildir!

Merhabalar, bugün sizlere merak konusunu hakkında bir şeyler yazmak istiyorum. Bizim için çok tanıdık bir duygu ancak çocuk eğitiminde ne gibi bir etkisi var, biraz ona baktıktan sonra belki bilimsel meraka da bakabiliriz. Kitap seçiminde beni yönlendiren şey genellikle merak duygusu oluyor. Bunun dışında sevdiğim yazarların tavsiyelerine bakmak da kitap seçiminde güzel bir yol. Mesleğe yeni başladığımda kendime güzel bir kütüphane oluşturma konusunda çok istekliydim. Bir de ilçe çalışıp orada kalınca boş vaktiniz geçekten çok. Bütün denklem sizi kitap almaya otomatik yönlendiriyor zaten. Böyle düşünerek sipariş ettiğim kitaplardan biri de Ian Leslie'nin Merak adlı kitabıydı. İnsan neden merak eder ya da merak etmek ne kadar sağlıklı, normal mi gibi birçok soru kafamı kurcalayınca bu kitabı direkt olarak satın aldım. Gerçekten de benim ne merak ettiğimi açıklayan bir kitapla karşılaştım. Kitabın içeriğinde bol bol psikoloji deneylerinden de bahsedilmesi, varılan çıkarımlar için re...

Aynalanan Ben mi?

Merhabalar, bugün ki yazı biraz farklı bir konuda olacak ama temelde ilişkilerimizi irdelemiş olacağız. Son yıllarda nöropsikolojinin gelişimi ile ayna nöronları çokça işitir olduk. Bu nöronların keşfi bizi çocuk yetiştirme konusunda yeni yaklaşımlara götürdü. Yeni bakış açıları kara pedagoji gibi kavramları da ortaya çıkardı. Yani çocuk eğitiminde ödül ve ceza kullanımının gerçekten sağlıklı olup olmadığına bakıldı ve sağlıklsız olduğu sonucuna varıldı. Dünya savaşları sonrası buhranların en azından barınma ve yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması bizim neslimiz için ruhsal boyutlara bakabilme alanı sağlamıştır. Aslında savaş sonrası ruh bilimi teorileri hızla artmış, farklı farklı görüşler ortaya çıkmış, kimisi popüler olup aralardan sivrilmiş olabilir ancak ontoloji kaygısı hiçbir zaman hızını kesmemiştir. Bizim de nesil olarak karşılaşacağımız çok konu var. "Ben" olabilme kaygısı, hayatı anlamlı yaşama, tüketmekten üretime geçme, konfor alanından yaratıcılığa geçebilme gib...

Korkunun Anlamladırılması

Herkese merhabalar. Umarım kendiniz gibi hisstetiğiniz bir gün yaşıyorsunuzdur. Umarım bir şeylere yetişme telaşı, hayıflanmalar, sitemkarların sözünü duymamak adına yapılan zoraki işlerden uzaksınızdır. Taşımak istediklerimizle, taşımak zorunda olduklarımız arasında ruh sağlığımızın dalgalandığı şu günlerde size ümit verecek bir yazı yazmak istiyorum. Bir önceki yazıda kaybetme korkusu ile kaybetme acısı arasında oluşabilecek anlam farkına bakmaya çalıştım. Beynin; ruh sağlığı, beden sağlığı sistemini ayakta tutmak için bazen bazı duyguları yaşamadığı, birinin diğerini saklayabildiğinden bahsetmiştim. Duygu üzerine yoğunlaşıldığında aslında sadece önde yer alan, görünür olan duyguların arkasında da yöneten, saklanan duygular olabildiğini anlatmaya çalışmıştım. Bu yazı da ise, korkularla yüzleşme konusuna biraz daha eğilmek istiyorum. Şu unutulmamalıdır ki bir reçeteden ziyade konunun etrafında biraz gezineceğiz. Korkularla yüzleşmek için öncelikli olan korkulan şeyin tam olarak ne o...

Kaybetmek Korkusu- Kaybetmek Acısı Dilemması

Merhabalar herkese. Geçenlerde "Büyü Dükkanı" adlı bir kitap okudum. Yazarı bir psikodramatist olan Yeşim TÜRKÖZ. Mutlaka edinip okumanızı tavsiye ederim. Duyguları konuşmak, arzularımızın köklerinin neler olduğunu görmek açısından güzel bir kaynak. Zaten psikodrama gibi büyüleyici bir terapi ekolünde yer alan bir tekniktir, büyü dükkanı. Lider büyü dükkanının sahibi rolündedir, danışanlar ise oradan bir şeyler satın almak isteyen kişiler. Her alışverişte olduğu gibi istediğiniz şeyin karşılığında bir bedel ödersiniz lidere. İşte bu noktada sınırsız diyebileceğim istek karşısında liderin neler isteyebileceği merak uyandırıyor. büyü dükkanından hırs almak isteyen karşılığında mutluluğu vermek zorunda kalabiliyor. Psikodrama öyle bir ekol, felsefe, kuram ki herkes daima bir şeyler öğreniyor. Satıcının da bu kitap da öğrendiği şeylere şahit oluyorsunuz. Ben psikodramanın büyülü dünyasını biraz koklamak için çok güzel bir kitap, mutlaka edinin. Evet, şimdi sizlere kitapta dikkat...

Tanımlanmayanın Keşfi

Herkese güzel bir Temmuz gününden merhabalar. Bugün sizlerle kontrolün ve planının dışında, belki sizi tedirgin edecek bir açıklıkta bir konudan bahsetmek istiyorum. Tanıdığım, sevidiğim biri bu tarz konuşmalara "Çıkışları yakmak" deyimini kullanır. Belki ibraz aklımız karışacak belki biraz netleşeceğiz belki de çıkışları yakacağız. Küçük bir yerleşim yerinde doğmuş oranın kültürüyle kültürlenmiş bir olarak yeniyle karşılaşmak içinde biraz korkuyu barındıran bir şey olarak karşıma çıkardı. Tanımlayamadığım ya da adını rahatça koyamadığım şeyler tedirginlik yaratır, mecburen bir mesafa açma isteği getirirdi. Bunu yazarken düşünüyorum; belki de tam tersi bir korku büyük şehirlerde yaşayanlarda da gelişiyor olabilir. Bunu düşünmeyi de size bırakıyorum. Bir şeyin tanımını daha önce yapılmış tanımlara sığdırabiliyorsanız bu büyük bir konfor. Üzerinde herhangi bir efor harcamazsınız. Birisinin Kayserili olması sizin için bir şema uyandırıyorsa, o şemayla devam etmek kolay olanıdır...

Değer Üretmeden Değerlilik Sorunsalı

Merhabalar, Güzel bir yaz gününde sizlerle buluşmak çok keyifli. Umarım havanın tadını çıkarıyorsunuzdur. Bugün sizlerle paylaşmak istediğim kavram değer ve değersizlik olacak. Değerli olmak diye bir şey var mı ya da değeri gerçekten biz üretebiliyor muyuz? gibi sorularla kafamızı biraz karıştırıp belki de sağlıklı olan nedire bakabiliriz diye ümit ediyorum. Değerin ontolojik bir kavram olduğunu düşünürüm hep. Anlam arayışında sanki biraz bize destek veren bir kavram. Kendi adıma konuşacak olursam anlamın peşinden koşmayı seven birisiyim. Bir şeyleri yerli yerine oturtmak benim için bitmek tükenmez bir arayış. Bunun her daim mutlulukla yapılan bir şey olmadığını hemen eklemeliyim. Herkes bilir ki acının, hüznün de kendine has kallavi bir anlamı, değeri vardır. Yaşadığım hayatı düşünüp, gözlem yapmaya çalıştığımda bazı temel değerlerin değersizleştirildiğini görüyorum. Bireysel değerler sanki çok tehlikeliymiş gibi algı var. Sosyal hataya tutunma çabamız var belki b,r yere kadar olma...

Cesaretin -e Hali

Yeni ferah bir günden merhabalar. Malumunuz havalar epey sıcak gidiyordu ancak yağmurun yağması bizi epey serinletti. Toprak kokusu diye bildiğimiz ozon kokusununu ciğerlerimize çekmek çok iyi geldi. Bu yazıda size farklı bir bakış açısıyla bakış açımı aktarıp bazı kavramların netleşmesini sağlayabilirim diye umuyorum. En çok üzerinde duracağım kavram "cesaret" olacak. Biraz nesiller arasında da fark yaratan ama tam olarak anlamını yaşabildiğimiz bir şey mi ya da kimde daha fazla merak ettiğmiz bir kavram. Efendim cesaretle işe girişmek, kendimizi cesaretle korumak, cesaretle kendimizi ifade etmek, bir topluluk içinde yer edinmek bizim sosyal rollerimiz ve başat rol olan kendilik rolümüz için çok önemli sorunlardır. Bu kazanımları sağlamak için cesareti nereden edineceğimiz de bizim için önemli bir soru. Belki ayrıt edici olan sosyal rolleri ve kendilik rolümünü ne kadar sağlıklı yaşattığı cesaret için temel olabilir. Yeni nesillerle çalışan biri olarak görüyorum ki cesare...