Ana içeriğe atla

Tanımlanmayanın Keşfi

Herkese güzel bir Temmuz gününden merhabalar. Bugün sizlerle kontrolün ve planının dışında, belki sizi tedirgin edecek bir açıklıkta bir konudan bahsetmek istiyorum. Tanıdığım, sevidiğim biri bu tarz konuşmalara "Çıkışları yakmak" deyimini kullanır. Belki ibraz aklımız karışacak belki biraz netleşeceğiz belki de çıkışları yakacağız.
Küçük bir yerleşim yerinde doğmuş oranın kültürüyle kültürlenmiş bir olarak yeniyle karşılaşmak içinde biraz korkuyu barındıran bir şey olarak karşıma çıkardı. Tanımlayamadığım ya da adını rahatça koyamadığım şeyler tedirginlik yaratır, mecburen bir mesafa açma isteği getirirdi. Bunu yazarken düşünüyorum; belki de tam tersi bir korku büyük şehirlerde yaşayanlarda da gelişiyor olabilir. Bunu düşünmeyi de size bırakıyorum. Bir şeyin tanımını daha önce yapılmış tanımlara sığdırabiliyorsanız bu büyük bir konfor. Üzerinde herhangi bir efor harcamazsınız. Birisinin Kayserili olması sizin için bir şema uyandırıyorsa, o şemayla devam etmek kolay olanıdır. Ancak o şemayı bir kenara çekip gerçekten tanımak istediğiniz anda konfor alanından çıkmış olursunuz. Artık bir tanıma sığmayacak bir varlık karşınızda vardır demektir. Daha da güzel olanı artık an'ı yaşayabilme olanağına kavuşabilirsiniz. Artık kalıplar içinde kalıplara girmeden Doğan Cüceloğlu'nun (nur içinde yatsın) ifade ettiği gibi can davranışlarına geçiş yapabilirsiniz. Yüz davranışları olarak da açıkladığı; önyargıların, kalıpların ve basit tanımlamaların ardına sığınıp davranmaktan vazgeçersiniz. Tanımlanmayanın keşfi, sizi insanlık ya da kamiliyet yolculuğuna çıkarabilecek bir olgudur. Bunun okunduğu ya da söylendiği kadar kolay olmadığını ifade edebilirim. Hangi kültür içinde yetiştiğiniz, ailenizin yeniye bakış açısı, eğitim-öğretimin yapısı, dini algılama biçiminiz, sizin kendi kişisel gelişim tarihiniz gibi birçok şeye bağlıdır ve zor bir süreçtir. En basitinden yargılamamayı başarabilmek zordur. Ki bizler kendimizi yargılama konusunda da bazen çok acımasız olabiliyoruz. Yazının gidişatının rahatlıyğıyla da bir kavramdan daha bahsetmek istiyorum; Mikro saldırı. Mikro saldırı, çok önemsiz görebileceğimiz, sosyal dünyamızdaki bireylerin birbirlerini ufak ufak ısırmasıdır. Kişisel alanın ihlali, horgörme, yargılama ve iğneleme gibi sataşmalar örnek verilebilir. Bir kadının aracını park ederken herkesin dönüp bakması ve kadını göz hapsine alması, erkeklerin duygusal destek beklemesinin horgörülmesi, Kayserili olan birinin cimri, pazarlıkçı olmasının beklenmesi ya da iğnelenmesinin yapılması örnek gösterilebilir. Bu örneklerde görüldüğü gibi hayatın içinde çok çeşitli şekillerde yaşanabilecek bir durumdur. Basit ve mikro düzeyde saldırılara zemin hazırlayan tanımlamalar, ilişkilerde tıkanıklığa ve herkesin kişisel tarihine olumsuz etki yapar. Kişisel hikayenin korunmaya çalışılması bencillik, egoistlik değildir. Bu sınırlarla alakalıdır. Kendiniz korumaktan vazgeçmeyin derim. Bunun yanında tanımlanmayanın keşfinde de vazgeçmeyin derim. Nice akıl karışıklıklarında kavuşmak ümidiyle, hoşçakalın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...