Ana içeriğe atla

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur.
"İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery
Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kalan iki şey var; ikramlar ve öndeki çocuğun ağlaması. En son yere indiğimizde sağa sola tükürmeye çalışıyordu, kendisini buradan da esefle kınıyorum. Münih'e indiğimizde pasaport kontolüne yönlendirildik. İş bu kısmı daha önceden tecrübe ettiğim bir şey olmadığı için beni çok gerilime soktu. Özellikle dönüş bileti konusunda ısrarcılardı. Herhangi bir pasaportla gelip ülkeye iltica etmek isteyen çok kişi olduğundan, dönüş biletlerini özellikle kontrol ediyorlarmış. Nereye gideceğimi ve nerede kalacağımı da sordular. Gerildiğim kadar uzun sürmedi. Ama tecrübe etmediğim bir şeyi başarıyla geçmişim gibi hissettim. İlk durağımız Penzberg oldu. Penzberg, Münih'in 50 km güneyinde bir yer. Tam olarak ilçe mi şehir mi köy mü bilemiyorum. Çünkü Almanya'daki yerleşim yerleri bizimki gibi değil. Pezberg, google aramasında kasaba olarak geçiyor. 16 bin nüfusa sahip Alp Dağlarına yakın, Almanların haftasonu tatil için kaçtığı bölgede bir yer. Çok sessiz ve sakindi. 3-4 kattan büyük ev göremedim pek. Geneli 2 katlı müstakil evlerle dolu. Evlerin bir çoğu beyaz reknte ve bahçeler çok özenliydi. Dışarıdan evlere baktığınızda gözünüz yorulmuyor, bir sadelik var. Yılın bu zamanları havanın kapalı olduğunu ve karın çok yağdığını söylediler. Ama şansımıza orda kaldığımız sürede hava açıktı.
Ertesi gün kısa bir çarşı gezisinde kasabanın çok sessiz sakin olduğunu farkettim. Korna sesi yok, arabalar 30-40 km hızın üstüne çıkmıyorlar. Bağıra çağıra konuşan kimseyi göremedim. Almanların bir adeti varmış; tanısın tanımasın sokakta çarşıda karşılaşınca göz göze gelip selam veriyorlar. Selamı görmemeyi veya almamayı ayıp karşılıyorlarmış. İşin açığı sevdim bunu. Bütün yılda güneşli gün sayısının az olduğu bir yerde insanların daha içine kapanmış olacağını düşünürdüm. Nitekim 7 sene karadenizde yaşadım. Bazen haftalar sürüyordu güneşi göremiyorduk. İnsanlar çok agressifti. Demek burada bunu aşmayı başarmışlar diye düşündüm ama nasıl başardıklarını merak ettim. Sonradan kültürlerindeki bir şeyi farkettim, mutlemelen başarmalarının bir nedeni olabilir. Onu birazdan yazacağım. Penzberg'in merkezinde büyükçe bir kilise var ama pek rağbet görmüyor sanırım. Hiç kullanılmıyormuş izlenimi verdi. Orada yaşayanlara sorduğumda, artık kiliseye gidenlerin çok az olduğunu, daha çok yaşlıların gittiğini ifade ettiler. Şu an bizim durumumuzdan çok farklı değil diye düşündüm ne yalan söyleyeyim. İnsanların çoğu market geziyor. Alışveriş yapmak onlar için evden çıkmanın bir bahanesi sanırım. Ürün çeşitleri çok fazla. Özellikle meyve sebze ve kasap reyonları ilgimi çekti. Sebze meyveler kartpostaldan çıkmış gibi. Çürük çarık, ezilmiş bir şey görmedim. Hatta bazıları plastik gibi görünüyordu. İlk düşündüğüm şey; bunlar organik değil galiba oldu. Meyve sebzelerin ithal edildiği yerler üzerinde belirtilmiş. Genel olarak İspanya, İtalya ve Türkiye'den. Et reyonlarında Yeni Zelanda, Arjantin ve Almanya'ya ait özel koyun ırkının etlerini görebildim. Et çeşitleri çok fazla; koyun, sığır, domuz, kaz, ördek vs. Peynir reyonlarında İtalya ve Hollanda ağırlıkta. Her bir üründe denetimlerin çok sıkı olduğunu söylediler. Sanırım olması gereken de bu gibi. Penzberg, Alp Dağlarına yakın kayak turizminin yapıldığı yerlere yakın bir kasaba. Kasabanın içinde bulunan spor mağazasında çok fazla kayak takımı, ekipmanları ve aksesuarlarını buldum. İnsan sevdiğini görünce gözleri ışıldarmış. Outdoor spor malzemelerini görünce sevinçten havalara uçtum. Hemen fiyat kıyaslamalarına başladım. Her reyonun önünde cık cıkladım. İnsanların yıl boyu güneşli gün sayısı az olmasına rağmen neden nezaketi elden bırakmadıkları ile ilgili gözlemimi açıklayayım; şehrin dışında yürüyüş yapan, bisiklet süren, dağda yürüyüş yapan çok insana denk geldim. Sürekli yaptıkları çok belli çünkü kilolu Alman imajına hiç uymuyorlar gördüklerim. Herkes fit ve çakı gibi. Değişik şekillerde bisikletler gördüm. Bunlara çocuklar da oturtulabiliyor ve sıcak soğuk demeden hop dışarıda geziye çıkılıyor. Çocukların soğuğa alıştırılması gibi bir adetleri varmış. Bunun düşüncesi bile bize çok uymuyor ama sağlıklı olan bu belli ki. Almanya'da bireyselliğe aşırı bir saygı var. Bizde durum biraz farklı; sürüden ayrılanı kurt kapar. İnsanlar kendileriyle geçirdikleri vakitlerle relakse oluyorlar diye düşündüm. Evlerin bahçesi gennel olarak düzenli. Ancak bizim yakınların anlattığı evlerinin içi dağınık. Misafir gelecek diye toparlanma, evi düzenleme adetleri yokmuş. Yani evi içi dağınık, dışı çok düzenli. Evi içini özel, mahrem olarak gördükleri için kendilerine daha özel alanlarda söz sahibinin kendileri olması gibi düşünceye sahipler. Özellikle evde çocuk varsa, bu dağınıklığın tabii olduğuyla ilgili de bir yaklaşıma sahipler. Bana çok mantıklı geldi. Evin içerisi zaten bazen özelse neden başkasına göre düzenliyeyim ki! Toplumla buluştuğum, anlaşmam gereken kısımların kamu düzenine uygun olması daha sağlıklı. Belki de bizim "özel alan" kavramını yeniden gözden geçirmemiz gerekebilir. Gezinin belirli bir kısmını ve gözlemlediklerimi yazmaya çalıştım. Devam yazısı olsun istiyorum. Şimdilik hoşçakalın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...