Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından yapılmış, parım parım parlıyordu. Havanın kapalı olmasına inat sokağın bir ucundan görünüyor. Altın Çatı, Swarovski müzesine çok yakın. Bir gün böyle bir müze gezeceğim aklıma gelmezdi ama gözlerim parıldadı resmen. Anladınız siz onu. Bu sokakta dikkatimi çeken bir tabela vardı, birazdan onu da anlatacağım. Fotoğrafını da ekleyeceğim.
Yolculuk karlı yollardan, göl kenarından ve böyle bizim yayla evi diye bileceğimiz otantik evlerin yanından geçti. Çok muazzam bir manzarası olan Achensee gölünün yanından kıvrıla kıvrıla başladı yolculuğumuz. Çok uzun bir yolculuk olmadı. 80-90 kmlik bir yol. Ancak tabi inişli çıkışlı olduğu için 1 saat 30 dakika kadar sürdü. Gezdiğim her şehirde arabalar otoparklara bırakılıyor. Yani şöyle şehrin için şöyle iki dakika durayım yok. Bazı AVM'lerde bile otopark ücretli. Bu dikkatimi çekti doğrusu. İnsburg'un şehir merkezinde binaların hemen hemen hepsi tarihi. Kiliseler çok yüksek binalar ve beklediğim sayıca çok fazlaydı.
Innsbruck'un içinde gezerken bir pastanenin camında "Aydın" yazısını gördük. Kesinlikle bizim Türklerdendir dedik ve öyleydi. İçerisi taştan tarihi bir yapı ve Türk kültürüne ait lezzetler de vardı. Kasiyere direkt Türkçe konuşunca kasiyer de istemsiz Türkçe konuştu ve kısa bir an şarşıdığını yakaladım. İnsburg'un tarihi sokaklarından birinde Swarovski satış mağazası ve müzesi bulunuyor. Kristal ya da suni elmasla ne ilgin vardı diye sorabilirsiniz ama içeride çok farklı ürünler vardı; yemek takımı, Marvel karakterlerinin küçük heykelleri vs. İçerisi tam bir renk cümbüşü. İşte birkaçını paylaşayım.
Işıltı bir dünyadan ışıltılı bir çatıya geçiş yaptık. Sokağın diğer ucunda Altın Çatı vardı;
İşte aynı sokakta merakımı celbeden tabelayı anlatmak istiyorum. Malum bir zamanlar Avrupa'da kolonileşme çok fazlaydı. Hatta sömürgelerden farklı farklı ürünler getirmek bir prestij meselesi haline gelmişti. Sömürge ülkelerinden getirildiğini düşündüğüm tavus kuşu gibi mesela. İnsburg'da da böyle bir koloni satış yerine denk geldim. İçerisine girmedim ancak tabeladaki gemi zaten dikkat çekiyor. Belki de denizaşırı memleketlerden bir şeyler getiriyorlardı diye düşündüm.
Şehrin kendine ait bir sessizliği var. İnsanlar geçerken mutlaka selam veriyorlar. Güleryüzlü olmak için çok zorlandıklarını da hissetmedim şahsen. Bana göre bireyselliğin de değer gördüğü kültürlerin böyle getirileri var. Çok dip dibe yaşayınca ilişkiler yıpratıcı bir hal alıyor. İçinizden bir ses bizim kültürümüzde de selam verme var zaten diyor , biliyorum. Ama ne kadar sürdürülebilir olduğunu hep düşünmüşümdür. Bireyselliğin için kendine ait bir yalnızlık ve bir fikri yalnız olarak savunabilme de vardır. Malesef ki yalnız düşünebilmek bizim için tehlikeli ve yalnız kalmak da çok olumsuz bir anlam içeriyor. Sanki bir topluluktan tecrit edilmek gibi bir şey. Yalnızlığa artık değer verilmeli diye düşünüyorum. Birilerinin hayatına müdahale etmenin bizim toplu yaşamımızı pekiştirmeyeceğini düşünüyorum. Daha geçenlerde öğle arası için yemek hazırlarken biri sesini yükselterek "Bu zararlı şeyleri neden yiyorsun!" diye serzenişte bulundu. Ona göre benim iyiliğimi istemişti ama bana göre mütecaviz bir durum. Ben büyüklerden değil, asıl küçüklerden öğrenmeyi severim. Büyüklerin! öğretimi çok didaktik ve üstenci. Küçükler öyle değil. Değiştirmek için çabalamıyor. Sadece ironiyi ortaya çıkarıp çekiliyor. Öğrenmede ben kendimle baş başa kalmalıyım ki öngörüm artsın. "Sen bilmiyorun, bak ben biliyorum" diyerek öğretmen aslında görünme çabası.
Evet Innsbruck'un şehir kısmında yaptığım geziyi sizinle paylaştım. Umarım güzel bir yolculuk olmuştur. Ambras Kale'sini ayrı bir yazıda anlatmak istiyorum. Şimdilik hoşçakalın.
Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...
Yorumlar
Yorum Gönder