Merhabalar, bugün ki yazı biraz farklı bir konuda olacak ama temelde ilişkilerimizi irdelemiş olacağız.
Son yıllarda nöropsikolojinin gelişimi ile ayna nöronları çokça işitir olduk. Bu nöronların keşfi bizi çocuk yetiştirme konusunda yeni yaklaşımlara götürdü. Yeni bakış açıları kara pedagoji gibi kavramları da ortaya çıkardı. Yani çocuk eğitiminde ödül ve ceza kullanımının gerçekten sağlıklı olup olmadığına bakıldı ve sağlıklsız olduğu sonucuna varıldı. Dünya savaşları sonrası buhranların en azından barınma ve yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması bizim neslimiz için ruhsal boyutlara bakabilme alanı sağlamıştır. Aslında savaş sonrası ruh bilimi teorileri hızla artmış, farklı farklı görüşler ortaya çıkmış, kimisi popüler olup aralardan sivrilmiş olabilir ancak ontoloji kaygısı hiçbir zaman hızını kesmemiştir. Bizim de nesil olarak karşılaşacağımız çok konu var. "Ben" olabilme kaygısı, hayatı anlamlı yaşama, tüketmekten üretime geçme, konfor alanından yaratıcılığa geçebilme gibi konular var. Şu an aklıma gelenler bunlar diyebilirim.
Bizim dünyadaki ilk ontolojik kaygımız; annemizin gözünde ne olduğumuzdur. Anne için ne anlam taşıdığımız çok önemli. Onun için bir mutluluk kaynağı mı yoksa baş edilmesi gereken kaygılar bütünü mü olduğumuz bizim dünyayla nasıl anlamlı bir bütün oluşturacağımızı belirliyor. Annenin bebeği nasıl aynaladığı, bireyin bütün ilişkilere karşı nasıl bir pozisyon alacağını belirler. Bebeği aynalama konusunda yapılan deneylerin birinde, anne bebeğin verdiği tepkileri aynaladığında bebeğin mutluluk belirtileri verdiği ancak annenin ifadesiz şekilde bebeğe bakmasının bebekte stres belirtilerini artırdığı, ağlattığını ve yerinden kalkmaya, uzaklaşmaya çalıştığı davranışları gözlemlenmiştir. Verilebilecek en güzel hediye iyi aynalanmış duygulardır diyebiliriz.
Sosyal hayatımızda yaşadığımız birçok olay bizim seçimlerimizin ne kadar değerli olduğunu gösteriyor. İyi aynaladığını bildiğimiz kişilerle daha yakın ilişkiler kurarken, bizi anlamadığını düşündüğümüz kişilerden uzaklaşıyoruz. Çokça zaman geçirmeden çabucak samimi olabildiğimiz ilişkileri açıklıyordur sanırım. Çokça zaman geçirmiş olmaktan ziyade neleri aynaladığımız önemlidir bana göre. Görünenin arkasındaki görünmeyeni söyleyebildiğimizde yakınlaştığımızı varsayarım. Dost acı söyler de derler ya sanırım doğrulamış oldum.
Çok kısa bir yazı oldu ancak okuması keyifli olmuştur umarım. Hoşçakalın...
Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...
Duyguları aynalayanlar iyi niyetli dürüst insanlarsa karşısındakini elbette olumlu yönde etkileyeceklerdir, ya değillerse...Acaba insan karşı tarafı istediği şekle sokabilmek ,onu kendi çıkarları için kullanabilmek maksadıyla da aynalama yapabilir mi diye düşünmeye başladım.
YanıtlaSilSayın hocam, görünenin arkasındaki görünmeyeni söylemek elbette ki er kişinin işidir.(NB)
Güven duygusunu tesis etmeyen aynalamalar manipülasyona giriyor. Kimin, neyi, nasıl aynaladığı çok önemli tabi ki. Reklamlarda genellikle duyguların ifade ediliyor oluşunda da benzer şeyler yatıyor.
YanıtlaSil