Bugün sizlerle hayatı anlamak, anlayamamak ya da nasıl algıladığımızla ilgili sohbet etmek istiyorum. Bildiklerim, düşündüklerim hatta yoğunlaştıklarım geleceğe attığım tohumlardan başka bir şey değildir. Her sene kendime bir şeyler eklemekle ilgili bir hedefim olduğundan dolayı böyle bir cümleyi sarfediyorum.
Evet, sosyal bir ortamda sohbet edilen konuya herkes farklı yaklaşabildiği, bazılarının meseleye aynı pencereden bakabildiğine şahit olmuşsunuzdur. Böylesi sohbetlerde konuşan kişilerin hangi duygularda olduğunu keşfetmeye çalışırım. Bildiğim bir şey var ki; bizleri duyguların yönettiğidir. Konuşmacı olan kim olursa olsun duygusuna bakarım. Daha sonra sunduğu fikrin, yaklaşımın hangi duyguyu uyandırdığına bakarım. Biraz böyle meraklı bir kişiliğiniz varsa eğlenceli bir oyundur. Evet, devam edelim. Buradan sonrasında da bir sıçrama yapıp konuşmacıyı tanıyorsam inancının nasıl olduğunu gözlemlerim. İşte burada işler biraz karmaşıklaşır. Konuşmacının genel olarak yaşadığı duygu ile inancı örtüşmeye başlar. Özellikle deprem afetinin yaşadıktan sonra insanların tepkilerini gözlemlemeye başladım. Otoriteye, otoritelere isyan edenler, ne olursa olsun kabulcüler, 'beni hiç etkilemedi' diyip her yaşadığı saniyeyi gözlerini fal taşı gibi açıp anlatanlar, anında suçlayacak birilerini bulmaya çalışanlar, mantıklı açıklamalar-çıkarsamalar yapmaya çalışanlar, geçmişe öfke krizi sunanlar, geleceği düşünmek dahi istemeyenler, sanki daha betirini yaşamış gibi yaşanılanı küçümseyenler vb. Duygular herkesi ele verir. Bana göre duygular ruhun şahdamarıdır. Duyguları reddetmeye çalışmanın ne kadar tehlikeli ve hayati bir durum olduğu ortadadır. Duyguların zamanında yaşanmıyor oluşu, biriktirilişi, hor görülüşü ya da eksik yaşanması bir ruhumuzda bir kaç şeyin zamanını durdurmak demektir. An'ı yaşamak için bu birikmişlerin, yaşanmamışlıkların azalabildiği kadar azalması gerekmektedir. Yaşamaya başlamak için yaşanmasına müsaade etmek gerekir diye düşünüyorum. İnancın yargılanmasının bireyin hangi tarih skalasında olduğunu görmemek anlamına gelebilir.
Başka bir yazıda görüşmek üzere...
Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...
Bir de insanların sesini duymadan sadece hareketlerine bakarak onların geçmiş hikayelerini oluşturma oyunu vardır. Tavsiye ederim sayın hocam.
YanıtlaSil