Ana içeriğe atla

Patenli Kuğu

Merhabalar. Korona mı bildiğimiz grip mi derken garip garip kurtulamadığımız hastalıklarla yaşamayı öğreniyoruz sanırım. Kafamızda birçok soru işareti, ünlem işareti varken yine bunlara denk gelecek bir konuyu yazmak istedim. Biraz metafor üzerinden gideceğim. Umarım keyif alacağınız bir yazı olur.
Kalp ritmini gösteren kırmızı çizgileri herkes bilir sanırım. Bazı bireylerin hayatı bu kırmızı çizgilerdeki gibi aşağı ve yukarı sert bir şekilde iner ve çıkar. Bir anda hayattan müthiş bir keyf alırken bir anda hayatın yaşanmaz derece sıkıcı, boğucu ya da mutsuzluk sebebi olarak görebilir. Terapilerle bu sert değişimler yerini anlamlı geçişlere bırakabilir. Daha dengeli bir hal alabilir ancak her iyileşme eğrisinde olduğu gibi duyguların değişimi dalgalı seyreder. Hepimizin istediği ilişki türü de aslında bu daha dengeli seyreden kalp ritim eğrisine benzer. Duygunun yerinde, zamanında ve kararınca yaşandığı, anlamlı ilişkilerimiz olsun isteriz. Ancak bizim kök ilişkimiz böyle bir iklime sahip olmamışsa dengeli ilişkileri anlamlandırmak biraz zor olabilir. Devamlı olarak eve gergin gelen, öfke atmak için sebep arayan bir babaya sahip bir kadın, daha ilgili, öfkesini anlamlandırmayı bilen ve duygularını yönetebilen bir erkekle ilişki yaşamak isteyecektir tabi ki de. Bir ihtimal böyle bir ilişkinin içinde iken bir zaman sonra ilişkiden keyf alamaz hale gelebilir. Her şeyin hemen anlamlandırılması, daha dengeli kalp ritmiyle hayatının motive olmadığını, böyle bir hayatta mutlu olmadığını ifade edebilir. Aynı duruma erkek tarafından da bir örnek verelim; annesinin sevgisinden emin olamayan bir erkek, sevgisini açıkça ifade eden eşini yalan söylemekle itham edebilir. Onun için eşinin hiçbir şey söylememesi güvenli alanı oluşturabilir. Geçenlerde okuduğum bir kitapta güzel bir kısım vardı, bu konuyu daha anlamlı hale getirebilir sanırım; vahşi doğada gezmeye alışmış birini şehre getirirseniz bir gün vahşi hayatı özlediğini söyleyecektir size. Kimin nasıl bir iklimde nasıl hayata alışık olduğu önemli sanırım. Devamlı kavga gürültünün içinde kendi varolma çabası içinde olan biri için bir anda düzenli, kavgasız gürültüsüz bir ilişkiye geçiş sert bir değişim olabilir. Fiziğin temel kuralına da aykırı bir durumdur; bir şey ısınmadan hareket edemez. Son dönemde sosyal medya bir anda parlatılan hayatlara şahit oluyoruz ve bu kişiler için bir kavram geliştirilmişti zaten; social climber (sosyal tırmanıcılar). Kendi bulundukları sosyal, kültürel yerden kendilerince bir üst sınıfa zıplamaya çalışan insanlar diyebiliriz. Mesele onların böyle bir serüveni neden tercih ettiği değil, sosyal medya başında bu hayatlara özenen sessiz çoğunluktur bana göre. Çok garip bir şekilde böyle bir hayatı anlamlı ilişkilerin yaşama alanı gibi görenler var. Bir şeylere sahip olma arzusunun hezeyanı diyebilirim. Neyse bu kısmı uzatmadan asıl mesele üzerinde konuşmak istiyorum. Ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkinin ne kadar temel olduğunu farklı bir açıdan göstermek istedim. Biriyle yaşadığınız ilişkide siz güven vermeye, güven almaya hazır olabilirsiniz ancak karşınızdaki buna hazır olmayabilir. Ne kadar açıkça istemiş olsa da güven almaktan ziyade, zihnindeki güvensizlik kehanetini gerçekleştirmeye çalışabilir. Siz ona güven vermeye çalışırsınız ancak O durmadan size güvenmemenin yollarını, açıklarını arar. Söylemle davranış burada ambivale durumdadır. İnsan ilişkileri buradan bakıldığında zordur. Zaten size basittir diyerek yalan söylemeyeceğim. Umarım zihniniz vahşi doğada değil, ânın içinde geziniyordur. Hoşçakalın.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...