Güzel umutlu günler dileyerek merhaba demek istiyorum. Bugün sizlerle paylaşmak istediğim konu temelde düşünce ile duygu arasına sıkışmış, belki bazı şeyleri anlamlandıracak bir ikilem. Aslında ânın içinde devamlı seçim yaparak yaşıyoruz. Gözlemlediğim kadarıyla sağlıklı olanı seçmek genelde zor olanı. Normallere bürüdüğümüz anormaller kendi sağlığımıza birer kör düğüm aslında ancak bunları görebilmek bile uğraş istiyor. Normal olup konfor alanında tükenmek varken insan neden cesaret yüklenip normal normal midir diye bakar ki!
Yazılarımdan takip ettiğiniz kadarıyla düşünce akıl zeka gibi bilişsel becerilerden ziyade duyguları daha fazla savunduğumu bilirsiniz. Bu yazıda da bunu yapmaya çalışacağım yine.
Bazen dertler öyle boğar ki kelimeler insanın boğazına tıkanır, göğsünde birikir taş gibi katılaşır. İşte o duygu yüklü kelimeler katılaştıkça daha da bir yük olur insana. Anlattıkça hafifleriz. Tabi karşıdakinin de dinlemeyi bilmesi gerekir. Durmadan size ne istediğinizi soran birisiyle dertleşmek çok da anlamlı gelmiyor bana. Ben reddedilmiş gibi hissediyorum. İşte siz yolu açacak yıldızlı tavsiye; neye ihtiyacımın olduğunun sorulması beni rahatlatıyor. Eminim sizi de rahatlatacaktır. İstekler daha çok bilişsel (zihinsel) alt yapıyla desteklenirken, ihtiyaçlar daha çok duygusal yapıyla motive oluyor gibi geliyor bana. İsteklerin bizi ne kadar mutlu edeceği ya da öfkemizi nasıl atacağını bilmiyorum ama sanki insanın ihtiyacı o an güvendiği birine sarılmak ve "bunlar da geçecek" sözünü duymak. Özellikle hırçınlık ve öfke patlaması yaşayan çocuklara devamlı oyuncak alan anne babaları örnek verebilirim. Hepsinin ortak yanı en sonunda "her şeyi aldım, ev oyuncakla dolu ama bu çocuk bir türlü mutlu olmuyor" sözünü öfkeyle söylemeleridir. Çocuk öfkelendiğinde ya da zor bir duygu içerisindeyken "ne istiyorsun?" sorusu ilişkiyi çıkmaza sürüklüyor görüdüğüm kadarıyla. Özellikle geçmişinde duygularına önem verilmeyen bir çocukluk geçiren anne babalar bu sıkıntı daha fazla yaşıyorlar. Rol repertuarlarının kısıtlı oluşu onları kendi anne babaları gibi davranmaya itiyor. Oysa ki her biri "ben anneme/babama benzemeyeceğime kendime söz vermiştim ama şimdi onlar gibi davranıyorum" diye sitem ederler. Yeni bir rol yaratmak çok meşakkatli bir iştir. Doğru yolda mısınız bazen bunun şüphesine bile düşebilirsiniz. Bizim hayata kendimizi neden bırakamadığımız sanki temel buluyor gibi. Duygularımızın anlaşılmadığını hatta kabul görmediğini gördükçe uzaklaşıyoruz ait olmaktan. Üzerimizde bir gerginlik, öfkeyi normalleştirmeye çalışıyoruz. Oysa kendini korumak istemenin başka bir yoludur öfke. Ya da daha fenası içimizde biriktirmeye başlıyoruz. Günün birinde bir organda bayrak açıyor duygularımız. Duyguların ihtiyacı beden sağlığımızı da etkileyecek diyerek bakmanızı isterim.
Kısa yazı oldu ancak umarım farklı bir çerçeve sunabilmişimdir. Hoşçakalın.
Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...
Yorumlar
Yorum Gönder