Merhabalar. İçim biraz şişmişken yazıyorum. Bu konuyu öncelikle herkesle paylaşmayı düşünmediğimi söylemeliyim. Yani bu yazıyı okuyorsanız yine de zorlanmayacağınız anlamına gelmeyebilir. İhtimalen yazıyorum; sizin için çok kolay bir konu da olabilir. Görüşlerimi paylaşmayabilirsiniz. Benim görüşlerim de sadece bir görüş. Yani bir şeyleri temsil etmiyor. Bütün rollerimden sıyrılarak, insan rolümle bu konuyu sorguluyorum o kadar.
Herhangi yaşanacak bir olumsuzluktan dolayı birileri yanaşıp şükretmek gerektiğini mutlaka hatırlatır. Acaba o ânın içinde öfkeliyken şükretmek gerçekten de yapılabilecek bir şey mi? Biz sanırım bir şeyi çok iyi biliyoruz, o da; birbirimizi bastırmak. Birisinin yaşadığı olumsuz olayın daha kötüsü illa ki bir yerlerde yaşanıyordur... Daha kötüsünü gören gözler için şükretmek daha kolay da olabilir tabi. Ama ya gerçekten herkesin sınavı başka ise, o zaman hemen şükretmek için pay çıkarmaya çalışmak samimiyetsizlik değil mi? Ne kadar samimi olur bir insan hem öfkelenirken hem de aynı anda teşekkür etmeye çalışarak? Alışverişimiz kesilmesin diyerek şükretmek nasıl bir samimiyettir? Daha birini yeni kaybetmişken hemen şükretmeye çalışmak nasıl bir delilik? Ya da daha kötüsünün devamlı hatırlatılması neyin telaşı? Ben böyle bir ikilemi aynı anda yaşayarak inancımı sağlıklı tutabileceğimi hissedemiyorum. Allah'la konuşmayı engellemeye çalışanların korkusunu mu yaşamalıyım? Oysa ki affedenlerin en affedicisi benim! diyen kendisi değil mi? Neden bu bütün ilişkilere "bir saniye! ama öyle olmaz, yapamazsın" diye araya girmeye çalışanlar doğuruyoruz durmadan. Normalleştiriyoruz. Asabileşmiş, canı yanmışların duygusunu reddedip her ilişkiden bir çıkar çıkarmaya çalışanları neden destekliyoruz normalleştirerek? Deizmler, ateizmlerin ortalığa dökülüp saçılmasında bu çokbilmişlerin hiç etkisi yok mu? Allah'a teşekkür etmek için teşekkür edilecek şeyin ne olduğunu bilmek gerekir. Kişinin duygusu bunu görmeye engelse nasıl teşekkür edecek! Şükretmek öfke yaşanmadan yapılabilecek bir şey gibi gelmiyor bana. İnsan olarak, nakıs bir varlık olarak benim hata yapmaya, benim çocukça bir şeyleri istemeye hakkım var. Çünkü ihtiyacım var sevilmeye ve tam tersi gerçekleştiğinde öfkeleniyorum, kendimi değersiz hissediyorum. İşte bu kadar basit. Allah beni biliyor. Bana kendi kitabında söyledi; şahdamarından daha yakınım! Bir şeyi saklamak istemiyorum. Zayıflığımla O'nun kuluyum. İşte bu kadar. O'nunla konuşmaktan vazgeçmek bir şeyleri bastırmak gibi geliyor. Oysa ki en güvenilecek limana kaçar gibi heyecanla kaçmalıyız Allah'a. Bu anlamsız iyi şükürler mahvedecek bizi.
Hoşçakalın.
Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...
Yorumlar
Yorum Gönder