Ana içeriğe atla

Aşk Üzerine...

Merhabalar, bu yazıda biraz can acıtan, hayata küstüren, varoluşumuzu sorgulatan bir konudan bahsedeceğim. Yaşadığımız ilişkilerde ya karşılığımız yoksa, bu hisse biraz odaklanalım istiyorum. Aşk bir yanılsama gibi kıymızda köşemizde dolanırken, bir ân karşımıza çıkan kişiyle kalbimiz başka bir hızda çarpmaya başlar. Dünyanın bütün rengi kontrastı artırılmış gibi heyecan katar insana. "İşte yaşamak bu olsa gerek" deriz. Uykusuzlukların en tatlı sebebini bulmuş, zorlukları bardaktan su içer gibi gönüllü ve zahmetsiz üzerimize almışızdır. Geçmiş ve gelecekten ziyade, ândır işte her şeyin üstünde olan. Doğanın her bir hareketin anlam çıkarma telaşı tatlı tatlı terletir insanı. "İşte yaşamak bu olsa gerek" deriz ki bundan önce uyandığımız sabahlarda gün aymamış, akşamlar iyiden ziyade eh işte kıvamında gezinmiş. Aşk bir yanılmasama mıdır diye de olana bitene inanamaz hale gelmişizdir. En hayretsiz günler artık sıradan şeylerin başkalaşım geçirdiği bir hal almıştır. İnsan, insanı insanda tanır. bir derece suyu ısıtalım; insan, kendini insanda tanır. Felsefe düşüp kalkmalarında arzu edilen, insanın kendini tanıması. Aşk bunu mümkün mü kılar yoksa bu kadarr kendin gibi olmazken kendini tanıyabilir mi insan düşünmek gerekiyor. Aşk, kendin olamama hali iken aynı anda da kendini tanıma ânı. Yola giderken yoldan çıkmak, yoldan çıkmak yola girmek mi demek? Güzellemesi çok yapılır aşkın, can acıttığı için midir? Başkasının iyiliğini isterken kendi kötülüğünü istemek midir aşk? Aşk mı değiştirir insanı, acı mı? Bize bizden olmayan mı acı verir bize yakın olan mı? Başkalarının başkasıyla kurduğu şeyin tanına mıdır aşk? Kendiliğin kolaycısı mı zorlaştıranı mıdır aşk?
Soruların cevabı herkese özel sanırım. Cevap sizin, soru benim olsun. Aklın bocalaması aşkın şanındandır. İnsanın en tedirgin ve yalnız hissetiği ândır aşk ve bu ânın içinde karşının vereceği her tepki önemlidir. Şimdilerde bir moda ihdas ettiler, bunu şundan temin ediyim şunu da bundan. Emin olmaksızın bir yürüyüşün içinde seçenek bolluğunun! bir çılgınlığı var. Herkes aşta kendini bulacaksa bu kadar seçenek var mı cidden? Hem merakımdan hem hayretimden soruyorum. Bu seçenekli! çevrenin içinde ben kendimi biyolojik bir hayvan gibi hissediyorum. Aşkın zerresine konmadan alışlar satışlar bir çabucak olup bitiyor. Karşılaştırmalar, koşturmalı telaşlar, reklamlı görünmeler bir büyük anlam! buluyor. Zamanın, anlamını yok ettiği ne varsa ekle buna. Ânın içinde olmadan doyrulmaya, semirilmeye çalışılan modalar, adetler, yeni tabirle "akımlar"... Öğütülen aşk ise, sevgiye dönüşmeden taksitlere bağlanıyor. Sevgi, peşin fiyatın kredi kartına taksite bölünmüyor. Vade ekliyorlar, vadesiz ilişkilere. Bir çılgınlıklı "zengin" birini bulmamak utanç. Bir "yerlere" gelmemişse neyin havası atılır ki... Olsa olsa yanıdakinin yöresindekinin gerisinde onların tozunu yutar. Boş yere boğulmuyormuş demek insanlar, "geride" kaldıklarını hissettiklerinde. Yönetilmeye, hükümdarlığı yapılmamış ilişkiler anlatılır mı hiç ulu orta? "Canım, sen de çok mülayimsin!" denir de mazallah evde kavga çıkmasa insan rahat eder mi? Başkalarının başkasıyla yaşadığı hayatlar çok da başka değilmiş yani! "Benim ki de öyle!" sitemleri, başka türlü olsun mu demek yoksa senin dinlemem de bırak ben konuşayım mı demek? Ah bu iç dökmeler... Bunca telaş ürkütüyor insanı. Zayıf mıyım yoksa herkes böyle yaşarken ben sessiz sedasız... Bak bu da bir garip sorun; sessiz sedasız olmak. İstemekle istememek arasında kalmak. Talep etmek, talip olmak her zaman mı gerekli? Sedasız insanların tembelliğidir istemek.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...