Ana içeriğe atla

Duvarların Ötesinde-Sivas Devlet Tiyatrosu

Duvarların Ötesinde
Hayatımızı o kadar monoton ve o kadar “normal”ler çerçevesinde yaşıyoruz ki… Bazı şeylerin değerini yitirmeden bilmiyoruz. Her gün yürümemize yardımcı olan bacaklarımız mesela… Bizi konuşturan dilimiz mesela… Hiç de ucuz olmayan hürriyet mesela… Bir gün yataktan kalktığınızda bunlardan birinin olmadığını bir düşünün. Hayatın içinde nefes aldığınızın farkına varırsınız. Yokluklar bunun içindir; varlığı görürsünüz.
Oyunda idama mahkûm dört kişi var. Aslında içlerinden bir tanesi müebbede mahkûm edilmiş yaşlılığından ama müebbet ölümden de beter onun için. Mahkûmlar bir yolunu bulup kaçmışlar. Ölümden… Kaçarken bir öğretmeni de esir almışlar. Şu çerçeveden bakınca mahkûmlar karanlığı, öğretmen aydınlığı temsil ediyor diyebilirsiniz. Haklısınız… Ama işler hiç de bu kadar basit değil. Mahkûmlar esirenin sayesinde yemedikleri yemekleri yiyor, giymedikleri giysileri giyiyorlar. Özlemini kurduğu, hayalinde dahi zorlandığı hayat için her şey. Sonra her mahkûmun hayat hikâyesini öğreniyorsunuz. O kadar da “suçlu” olmadıklarına karar veriyorsunuz. Kendinizi onların yerine koyduğunuzda siz de aynı şeyi yapardınız çünkü. Suçlarında sizin de payınızın olabileceği düşünüyorsunuz. Sonra suç kavramını sorguluyorsunuz. Suç, kime göre suç? Öldüreni öldürmek de katillik değil midir? İdama mahkûm ettiğimiz kişinin insan olduğunu unutuyoruz galiba!
Esire mahkûmlardan korkmadığını söylüyor bir sahnede. Belki de mahkûmlardaki insancıl tarafı görmüştür. Öğrencilerine benzetiyor onları. Bu arada mahkûmlara doğru olanı göstermeye çalışıyor devamlı. Onlardaki iyi yanı bir şekilde görüyor ve yardım etmek için kendi hayatını dahi ortaya koyuyor. İdealistçe… Mahkûmlar teslim olmayı kabul ediyor en sonunda. Yeniden mahkemeye çıkarılma umutlarıyla… Dışarı adım attığı anda kurşuna diziliyorlar. Sahne o kadar canlı bir şekilde oynanıyor ki kendinizi tutamayıp öğretmenle birlikte gözyaşlarına boğulabilirsiniz. Konuk olduğunuz hikâyeden cepleriniz dolu olarak dönüyorsunuz.

Yunus Emre KOÇAK
2010

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...