"Kuşlarda, harika tüyler bir kusuru kapatır. Bu türler şarkı söyleme yeteneğinden yoksundur. Her zaman istisnalar olsa da, erkeğin şakır şakır süslendiği türlerin çoğundan olsa olsa acınası bir ses çıkar. Halbuki ötüş, üreme sürecinde önemli bir kozdur. Tersine, en iyi "şarkıcılar" çoğunlukla kılık kıyafetleri en mütevazı olanlardır: bülbül baştan aşağı kahverengilere bürünmüştür, karatavuk siyah, müzisyen ardıçkuşunda taş çatlasa birkaç küçük bej leke vardır. Kısacası, virtüözler en gösterişsiz olanlardır. Evrim, kuşlara pek bir seçenek tanımamış gibidir: ya tüy ya ötüş." Kuşların Felsefesi - Philippe J. Dubois, Elise Rousseau.
Seneler önce okuduğum bir kitaptan alıntı ile yazıma başlamak istiyorum. Bir önceki yazıda merak duygusunun alametifarikasından bahsetmiştim. Kuşların Felsefesi kitabını arayıp bulmam, merak etmem üzerine birkaç şey yazayım. Efendim yine çok çok seneler önce Bahçenin Felsefesi diye bir kitap okumuştum. Bahçe olgusu üzerine doğa ile insan arasındaki ilişkinin felsefesini yapmış, büyük düşünürlerin, büyük yazarların bahçe ile, dolaylı olarak da doğa ile ilişkileri anlatmış bir kitap olur kendisi. Felsefeyi yapmak, konu, obje, olgu etrafında gezinmek benim için keyif veren bir şey. İşte bu niyetle hep merak ettiğim bir şey hakkında bilgi edinme fırsatı yakalamak için kitap araştırması yaparken kuşlarla ilgili bu kitabı buldum. Merak ettiğim şey ise; kuşbaz dediğimiz, kuş yetiştiren insanların dünyasının, nasıl terapötik bir etkiyle kuşlara bağlanması ve kuşları gözlemleyerek nasıl felsefe yoğurduklarıdır. Çok absürd bir merak olabilir. Ancak gözlemleyi seven birisi için olağan bir konu. Kitaptan öğrenebileceğiniz şeyleri, birkaç tür üzerine yoğunlaşan bir kuşbazdan da edinebilirsiniz. Toplumun kenara ittiği, serseri gözüyle baktığı bu insanların sohbeti gerçekten de çok hoştur, benden söylemesi. Herkeste olan ontolojik kaygı onlarda da olduğu için, hayatı anlamlı kılmak adına kendileri de felsefe yapar ama farkında olmazlar.
Doğadaki kuşlarla ilgili gözlemlenen bir olgu, mütevazılıktır. Kitaptan alıntılanan bu kısım bunun gözleminin ifadesidir. Belki yeni gözlemler, daha geniş çalışmalar bu tezi çürütebilir. Ancak şimdilik görünen o ki kuşlar için iki seçenek var; ya tüy ya ötüş.
Bizden birkaç nesil önce yaşayan insanların metafor kullanımının çok fazla olduğunu söyleyebilirim. Köylerde lakap takmanın altında da belki bu arayış yatıyor olabilir. Kurnaz olan birine tilki lakabının konması gibi. Hatta hemen araya küçük bir genel kültür ekleyelim; İngilizler için tilki gibi olmak muteberdir. Tilki gibi kurnaz olmak, tilki gibi işini zekayla yapmak İngilizler için övünç kaynağıdır. Biz de ise dürüst olmak daha muteber, övünç kaynağıdır. Asilliği sağlayan şey doğru olanı yapmaktır. Biyolojilerini devam ettirmek için kuşlara sunulan bu iki seçenek insanoğlu için de metafor olarak düşünülebilir. Tabi ki çok büyük, çok derin bir metafor değil. Sadece işin eğlencesindeyim diyebilirim. Siz de bir bakın bakalım; metafor olarak kullanılabilecek neler var zihninizde?
Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...
"Kuşlar için dikkat çekmenin iki yolu var, tüy ve ötüş." diyorsunuz ya ve bu iki seçeneğin insanlar için de düşünülebileceğini söylüyorsunuz ya, buna katılmamak mümkün değil sayın hocam. Ne yazık ki modern çağda beş duyumuzdan sadece ikisini geliştirmişiz gibi gözüküyor: gösterişli olanı görme, süslü olanı işitme. Bu ikisinin ötesine bir türlü geçemiyoruz. Görmenin ve işitmenin önündeki perde kalkmadığı sürece sizin de belirttiğiniz gibi manipüle edilmiş olanı görecek ve duyacağız.
YanıtlaSilAcaba görmek Batı'ya duymak Doğu'ya mı daha uygun?
Araya sıkıştırılmış zannı uyandıran ama dikkatten kaçmayan kitap tavsiye etme yönteminiz güzel.
Doğu ile Batı için ne muteber sayılır düşünmek gerekir. Ancak şu kesindir ki Batı, Doğu'ya göre yüzeysel kalıyor. Modernite üzerine düşünmemiştim ancak güzel bir tespit olmuş. :)
YanıtlaSil