"Floraennui -Çiçek Kusancı"
Ruh doktorları bir hastanın çiçeklere karşı kayıtsızlığına klinik depresyon semptomu gözüyle bakar. Güzelliğe karşı kayıtsızlık da denilebilir. Her şeyden el ayak çekip izole bir yaşam sürmeye başlamak daha ileri evresi. Jiddu Krishnamurti'nin de dediği gibi iletişim çok zorlu bir süreç. İletişimden kopan o kadar kişiyi görünce bu sözü daha iyi anlar hale geliyoruz. İnsan dünyasının olmazsa olmazı sosyal yaşamı dizayn eden şey, iletişim. Nörologlar her yeni tanışılan kişiyle birlikte beyinde yeni sinaptik sistemin kurulduğunu söylüyorlar. Bu iş içinde beyinde harcanan enerjinin azımsanmayacak kadar olduğunu da söylüyorlar. Evet, daha fazla yorulmaya başlayan bizler de gözlemlemeye başladık. Haftasonları evimizden çıkmayıp, dinlenme telaşı içindeyiz. Ama dinlemiyoruz bir türlü. Pazartesi sendromları doğurduk. Daha cumadan canımız sıkılmaya başlıyor. Sağlık, barınma ve geçim için kazandığımız paralar da yetmiyor. Çünkü her şeyin başı olan sağlığımızı kaybediyoruz. Aslında ortadaki yorgunluğumuz fiziksel olmaktan çıktı. Şimdi zihinsel yorgunluk içindeyiz ve nasıl dinleneceğimiz konusunda en ufak bir fikrimiz yok. Gerçi o çok fazla da düşünüyoruz ama yetmiyor sanırım. Hepimizin bel bağladığı korunak bahçeleri var. Hayattan sıkıldıkça orada takılıyoruz. Her ne kadar bireysel bir kurtuluş olsa da sosyal bir kaçışa benziyor. Yüz göz olmuyoruz kimseyle. Olgunlaşmanın önünü parayla tıkadığımız için sohbetler paylaşma havasından daha çok yergi havasında geçiyor. Pasif agresif bekliyoruz kozumuzun elimize gelmesini. Şah ve mat yok oynadığımız oyunda. Kötü oyun var. Hepimiz kötü oyuncuyuz artık. Sözünü bilen biri; "Sanırım kötülük, iyilikten daha hızlı yayılıyor. İyiyi tesis etmek daha zor." demişti. Bedenlerimizin şık-tarz giyimine karşın ruhumuz çirkinliklerle doldu. Sabrımızın yeni tanımı tahammül oldu. Sahi gerçekten nereye kadar bu tahammül? Patlayacak gibi. Ama belki dışarıya patlaması, içeriye patlamasından daha iyi. En azından şimdilik.
Hoş sada ile...
Ruh doktorları bir hastanın çiçeklere karşı kayıtsızlığına klinik depresyon semptomu gözüyle bakar. Güzelliğe karşı kayıtsızlık da denilebilir. Her şeyden el ayak çekip izole bir yaşam sürmeye başlamak daha ileri evresi. Jiddu Krishnamurti'nin de dediği gibi iletişim çok zorlu bir süreç. İletişimden kopan o kadar kişiyi görünce bu sözü daha iyi anlar hale geliyoruz. İnsan dünyasının olmazsa olmazı sosyal yaşamı dizayn eden şey, iletişim. Nörologlar her yeni tanışılan kişiyle birlikte beyinde yeni sinaptik sistemin kurulduğunu söylüyorlar. Bu iş içinde beyinde harcanan enerjinin azımsanmayacak kadar olduğunu da söylüyorlar. Evet, daha fazla yorulmaya başlayan bizler de gözlemlemeye başladık. Haftasonları evimizden çıkmayıp, dinlenme telaşı içindeyiz. Ama dinlemiyoruz bir türlü. Pazartesi sendromları doğurduk. Daha cumadan canımız sıkılmaya başlıyor. Sağlık, barınma ve geçim için kazandığımız paralar da yetmiyor. Çünkü her şeyin başı olan sağlığımızı kaybediyoruz. Aslında ortadaki yorgunluğumuz fiziksel olmaktan çıktı. Şimdi zihinsel yorgunluk içindeyiz ve nasıl dinleneceğimiz konusunda en ufak bir fikrimiz yok. Gerçi o çok fazla da düşünüyoruz ama yetmiyor sanırım. Hepimizin bel bağladığı korunak bahçeleri var. Hayattan sıkıldıkça orada takılıyoruz. Her ne kadar bireysel bir kurtuluş olsa da sosyal bir kaçışa benziyor. Yüz göz olmuyoruz kimseyle. Olgunlaşmanın önünü parayla tıkadığımız için sohbetler paylaşma havasından daha çok yergi havasında geçiyor. Pasif agresif bekliyoruz kozumuzun elimize gelmesini. Şah ve mat yok oynadığımız oyunda. Kötü oyun var. Hepimiz kötü oyuncuyuz artık. Sözünü bilen biri; "Sanırım kötülük, iyilikten daha hızlı yayılıyor. İyiyi tesis etmek daha zor." demişti. Bedenlerimizin şık-tarz giyimine karşın ruhumuz çirkinliklerle doldu. Sabrımızın yeni tanımı tahammül oldu. Sahi gerçekten nereye kadar bu tahammül? Patlayacak gibi. Ama belki dışarıya patlaması, içeriye patlamasından daha iyi. En azından şimdilik.
Hoş sada ile...
Yorumlar
Yorum Gönder