Ana içeriğe atla

Güvercin

Odanın köşesine bir şömine ilişti. Pencere önünde küçük renkli saksılar ve içlerinde de bir o kadar renkli hercai menekşe, papatya ve sümbüller. Dışarısı kar. Hatta şehri ilahi beyazlığın içinde seçmek zor. Hemen dışarıda ağaçlar, karlarla süslenmiş. Bir güvercin pencere önüne konuverdi ansızın. Göz göze geldik. Komikti aslında. Göz göze gelmiş bir adam ve bir güvercin. Hani adam konuşmaya başlasa ya da hareket etse güvercin hemen kaçıverecek. Sahi neden bu kadar korkaktır güvercinler? Koruma içgüdüsünden mi ? Bir şair güvercinlere ancak şiir yazabilir dedim kendi kendime. Öylece kalakaldım, kımıldamadım. Şimdi dedim -nasıl olsa sesimi duymuyor- sana bir şiir ya da hikaye yazmak gerekir. Ya da ihtiyacın sadece ekmek. "Şiirlerin, hikayelerin karın doyurmuyor abi" dese, cevap veremezdim. O an korktum. Şiirin, hikayenin mi yoksa bir parça ekmeğin mi daha anlamlı olduğunu düşündüm. Ben hayal ettiğim şöminenin başında, dışarıdaki soğuktan korunmuş bir şekilde karnı tok şiir düşünürken, güvercin pencerenin önünde karın soğuğu altında ekmek bekliyordu. Sanırım yine öylece kalakaldım. Şömine söndü, yok oldu birden. Çiçekler soldu, saksılar da kayboldu. Üşüdüm istemeden. Güvercindeydi gözlerim. Mutfağa gittim. Güvercine ekmek getirdim ama ben pencereyi açar açmaz kaçtı. Neden kaçtı ki! Koruma içgüdüsünden mi ? Ekmeği pencerenin önüne bıraktım. Soğuğu içime çektim ve kapadım pencereyi. Şömineyi, saksıları, çiçekleri hayal etmeye çalıştım ama gelmiyorlar. Anlaşılan güvercini bekleyeceğiz. Peki ben neden hayal kuramıyorum? Koruma içgüdüsünden mi? Düşündüm de artık hayallerden kaçıyoruz. Ne de olsa sonu hep hüsran oluyor. Alıştık bir şeylerin yıkılmasına. İnsan canı yanmasın istiyor. Belli ki sadece yastığa baş koyup zaman geçirmek kalıyor bize. Mışıl mışıl uyutuyoruz kendimizi. Sabahına canhıraş bir debdebeye kalkarken ne güvercin var artık ne şömine. Sabahın ayazı kadar çarpıcı gerçekler var artık. Dere tepe yokuş demeden tırmanacağız bakalım. Hoşçakalın, uyku gelsin dağılsın artık hayaller. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...