Ana içeriğe atla

Mektubat-ı Rüzgâr

Hanımefendi bu işin ciddiliği kalmadı artık diyorum. Yoksunuz ne zamandır. Ne resim ne bir yazı. Nereye kayboldunuz. Yokluğunuz hissedilmez mi efendim? Lütfen değerinizin farkına varın. Size sadece yazı yanaşır. İskelenizin imbatlarına  taktık yazımızı, şöyle ebemkuşağı, telli duvaklı. Yok yok şişenin içine atmadık. Aslında akıl etmedik değil de bizim buraların rüzgarı vardır, ona güvendik sadece. En güzel lütuflardan sesi de taşır ya hani. Eh, bizimkisinin de kuyruğuna bir hüzünlü bir şarkı taktık. Bilmem geldi mi oralara. Sizin orası sıcaktır bilirim. Bu hüzünlü şarkı da nereden çıktı demeyin, beğenmezseniz -nedamet yapmaz rutubet yapmaz- karşı bir pencere açın uçuverir zaten. Efendim, gölgemiz de yoktur bizim. Öyle ermişliğimizden değil -haşa- bizim cüssemizin lafzı bile yoktur. Utandığımızdan kimseye gölge etmeyiz. Bazıları pek sever, ihsan sayar. Sizden ricam kabul buyurdunuzsa bizim yazıyı o hüzünlü şarkıyla okumanız. Hani bu işin tadı tuzu da bu müziktir. Biz çok severiz müziği. Piyano sesine bayılırız mesela. İlla şu bu olsun diye diretmeyiz de tek temennimiz gönülden çıkması. Cüzdandan çıkınca bizim için pek kıymetli sayılmaz. Durumumuza şükrederiz elbette. Cebimizde mangır olmaz ama gönlümüz şendir. Hani şimdiye kadar ucunu bucağını gördüm desem yalan olur. Dert olanı bile taşırız. Ona da lütuf deriz. Görüyorsunuz ya biz dışardan biraz "garip" görünürüz. Hoş, takdir sizin olsun, biz etkilemeyelim sizi. Memleketinizin çiçeklerinin güzelliğini anlatılar bize. Kim diye sormayın yine bizim rüzgar tabii. Eh gören gözler söyledi denizinizin de mavisi insanın ruhunu doyururmuş. Bir bakan hülyalara dalarmış. Zamanın bir iki saatinde bendenizin de dalmışlığı vardır efendim. Nefes almayı unutmuştum. Sonrasında içli bir nefesle geldim kendime. Oysa ki ben korsanlarla savaşıp bir güzeli kurtarmaya çalışıyordum. İnsan denizin ortasında yapacak şey arıyor doğrusu. Güzel de tam bir dilberdi hani. Gözleri-gariptir- tam da deniziniz rengiydi; açık mavi. Saçları inanmayacaksınız ama
yosun yeşiliydi. Tam korsanlardan kurtarmaya çalışırken ayıkıverdim. Yalnız bir şeye çok üzüldüm: memleketinizde hiç martıya rastlamadım. Her denizin bir muzibi olur. Sizinki şakadan pek anlamaz galiba. Sakın bizler ciddiyiz demeyin. Bu ülkede ciddilerin suratı hep asık. Oysa yakışır mı o cânım güneşin doğuşuna. Ha bak şimdi buradan bir on puan kazanıyor memleketiniz. Güneşi nasıl ikna ettiyse böyle bir renk cümbüşünü izlerken nutkum tutuldu. Hani sizdeki güneşse bizdeki balkabağı. Ya da sıra bize gelince, kelek. Efendim insan bu doğuştan bu batıştan nasıl etkilenmez. Kimse duymadı ama ben duydum. Bir akordeon çalıyordu batarken. İsmini bilmesem de bir vals eseriydi, eminim. Herkesin boynu hafiften yatık, meftun meftun bakakaldık. Nasıl anlaştıysanız bize de sırrını verin, lütfen. Burlarda paldır küldür batıyor da. Hülasa her yazının da sonu var tabi. Yazıdan hoşlanırsanız lütfedip cevap yazmayı unutmayınız. Beğenmezseniz de n'apalım canınız sağolsun. Efendim, kendinize iyi bakınız. Hoş sada ile, hoşçakalın.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...