
Günaşırı elma ağaçlarını yoklardık. Dedem bahçenin kapısından gelecek diye o telaşla ne kadar yediğimizi bilmediğimiz elmaların tadı şimdilerde sadece özlem. Yasak oluşundan mıydı yoksa çocuk oluşumuzdan mıydı bilemiyorum. Kuzenimle gizlice her zamanki yoldan girerdik bahçeye. Nasıl olsa zıpkın gibiydik. Kendi halimizde çete gibiydik aslında. Bahçeye girdikten sonra birimiz kolaçan ederdi etrafı. Dedem ne taraftan gelir, bizi kim görür, kim gammazlar… Aslında dedemin dediği kadar da kırmazdık dalları. Her ne kadar dedem için bir nimetse ağaç, bizim için de bir nimetti. Yoksa biz nasıl araklayabilirdik elmalarımızı... Azarı işite işite biz de öğrendik ağacın nasıl korunduğunu. Tek sorun elmayı küçükken sevmemizdi. Dedem taktik değiştirip artık buna kızardı çünkü. Dedem ne kadar kızsa da kıyamazdı elbette bize. Doğru dürüst tokat bile atmazdı. Bir yandan da bize kızmak zorunda oluşu sıkardı canını. Çok severdi bizi. Onca torunu olmasına rağmen ayırt etmemeye çalışırdı. Ben şimdi düşünüyorum da dedemin yerinde olsam çok sinirli biri olurdum, bu kadar merhamet göstermezdim. Belki de bu yüzdendir dedemin çocukluğumun kahramanımı olması. Ben de onun gibi olmak isterdim hep. Okulda, misafirlikte “ne olacaksın büyüyünce?” diye sorduklarında dede olmak istiyorum derdim. Dedemin yanına gidebildiğim kadar gitmeye çalışıyorum şimdilerde. Bahçeye atıyorum kendimi, küçüklüğüme. Elmalara mı ne oldu? Şimdilerde yiyen yok. Artık büyüyebildikleri kadar büyüyorlar. Dedeme şakayla karışık sitem ediyorum; bize yedirmezdin şimdi de yenmiyor diye. Gülüp geçiyoruz tabi. Sonra dedemle bir daha iniyorum bahçeye, küçüklüğüme. Her adımımda özlüyorum küçüklüğümü… Hoş vakit üzere.
18-9-2010
Yunus Emre KOÇAK
Yorumlar
Yorum Gönder