Ana içeriğe atla

Artemis ve Meryem




İlkçağ düşünürleri gibi içimde iki şeyin zıtlık yarışına girdiğinin farkındaydım. Birisi ak derken diğeri kara diyordu hep. Yazar Serdar Özkan da içindeki ikililiği Sarı Çiçek’in dilinden anlatmış. Birisi Artemis diğeri ise Meryem... Artemis kendini tanrıça ilan etmiş ve gül olduğunu inkar ediyor. Ayrıca Artemis cümlelerini “ben” üzerine kuruyor. Meryem’in çabası ise O’na gül olduğunu hatırlatmak. Meryem “ben” diye bir şey yok sen sadece gülsün diyor ama gel de anlat anlatabilirsen Artemis’e. Artemis’in “ben”den kurtulması gerekiyor ve siz bunu romanı okurken içinizden geçiriyorsunuz. “ben” ölmeli ve güller arasında birlik doğmalı. Hangisine güvenmeniz gerektiğine karar verirken eminim siz de benim gibi zorluk yaşıyorsunuzdur. Hayat daha çok “ben”im mutluluğum üzerine kurulmalı dersiniz ve öyle de yaşarsınız. Her zaman için sıkıntıyı, derdi, kederi yaşamak istemezsiniz. Hep mutlu olmak için “ben” korunur. Aslında özendiğim yaşam bu değildi benim. “değildi” diyorum çünkü önceleri kendimi hep hiçe sayardım. Varsa yoksa başkalarının mutluluğu… Ülkemizde bir şehir vardır: kavgaların şehri. İstanbul… Sağolsun iki kroşe bir aparkatla nakavt etti beni. Ne mi oldu? O başkalarının mutluluğunu düşünen Yunus, öldü. Yerine kendi mutluluğunu düşünen, çıkarları üzerine insanları yönlendiren Yunus geldi. Mutlu oldu mu dersiniz? Evet, mutlu oldu. Hala Yunus’a “sen-ben yok, hakikat var” diyen bir melek var. O da Yunus’un Meryem’i işte. Hala ne yapacağımı bilemeden, şu yazı gibi paldır küldür yaşıyorum. Yolun sonu nereye varır, ben ne olurum bilmiyorum. Hayatın muamma sahnesinin oyuncusuyum şimdilik. Hoş vakit üzere…




177-9-2010




Yunus Emre KOÇAK

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...