Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sadece Yalnızım

İstediğim siyah-beyaz dünyada yaşamak mı? Doğrusu bu günlerde zihnimi meşgul ediyor bu sorunun cevabı. görünürde "evet" ve "hayır" olmak üzere iki seçenek var. Ama bunlardan daha tehlikeli olanı ise benim eklediğim "bilmiyorum" seçeneği. Hem biraz arafta hem de nötr bir alan. Can sıkmak için iyi bir bahane olabilir. Çözüm üretmeye çalışıyorum elbette ki. Ancak bazen beyhude bir uğraş gibi geliyor bana. Bazen de soruyu gözardı etmeye çalışıyorum. Hiç böyle bir soru olmamış gibi... Ama o da içtiğim su gibi yokluğunu arattırmıyor. Şimdilerde canım böyle sıkılıyor. Çözümsüz bir sorun olmadığını biliyorum. Sadece yalnızım ona hayıflanıyorum... 30-07-10 Yunus Emre KOÇAK

Sonsuz

Yakın olmalıyım sonsuzluğa. “SON” bana göre değil. Özgürce yürümeliyim sonsuzluğa. Takılıp düşmeden… Kendime engeller türetmeden… Kimi zaman bir ağaca yaslanıp dinlenmeliyim. Kimi zaman soluk soluğa koşmalıyım. Bacaklarımın gücünü denemeliyim. Geceye külhani şarkılarla eşlik etmeliyim. Yeni güne güneşle beraber uyanmalıyım. Her şeyi yeniden keşfetmeliyim. Yokluğu yok etmeden varlığı aramalıyım. “fark”ı ben bulmalıyım. Beni anlayan biri olmalı. Yüreklendirmeli beni. Kimi zaman da yalnız kalmalıyım gökyüzüyle. Şarkılar söyleyip dağıtmalıyım gamı kasaveti. Beni köşeye sıkıştıran düşünceleri bertaraf etmeliyim kimi zaman. Kimi zaman da her şey bitti derken sorunlarım olmalı beni güçlendiren. Sonsuzu arıyorum ben… 2009-03-09 Yunus Emre KOÇAK

Hayaller Diyorum...

Hayaller diyorum. Ne hayallerim var yaşama dair. Pamuk gibi bulutların üstüne uzanıp ayı seyretmek isterim serin bahar gecelerinde… Mehtabı seyretmek isterdim bir falezin dik uçurumunda ölüme yakınken… Bir kuş olmak isterdim rüzgâra karşı uçan… Bir kuş olmak isterdim hiç olmadığım kadar özgür olmuşken… Serin yaz akşamında yağmurun altında iliklerime kadar ıslanmak isterdim… Lapa lapa yağan karın altında kaldırımlarda yürümek ve kara inat gökyüzüne bakmak isterdim… Sonsuzmuş gibi görünen denizlerin üstünden yürümek isterdim batmamacasına… Çimenin çiçeğin renklendirdiği geniş ovalarda yaşamak, koşup oynamak, akşamları sırt üstü yatıp yıldızları seyretmek isterdim… Gözyaşlarımı yağmura karıştırmak isterdim yüklerimin ağırlığına inat… Gökyüzünü boyamak isterdim her sabah… Bir yelkenliyle dünyayı gezmek isterdim, kaybolmuşçasına… Esirliğine toynaklarıyla vuran bir at olmak isterdim, geniş bozkırlarda sonsuza dek koşmak isteyen… Esirliğine son verilen bir köle olmak isterdim… Bir marangoz ol...

Günah

Hayata karşı bir günah borçlu olmak… arafta, her adımı korkarak atmak… Günahın bedeli nereden çıkmalı ki hüzün kasvet yakmasın yüreği. Sabahı bekleyen kör geceler gibi her dakikayı her saniye azapta geçirmek, inanın bana hiç hoş değil. Bir hastanın dibine düştüğü kısır ağrılarla geçen gece gibi. Elbette tarifinde sıkıntı yaşansa da örneklerini hayat bulmak pek de zor değil. Orhan Veli’nin şiiri gibi kelimeler kifayetsiz ama hayat bizim kadar kifayetsiz değil. Kelimeler dökülmese de ağzından çıkartılacak dersleri olan hadiselerle bağrı yanık çorak kelimelere biraz su serpiyor. Hadiselere bizim kadar şairane bakmıyor hayat. Onun bakışında bir kararlılık bir sertlik var. Hükümlerinde taviz yok. Yüreğinde şefkate de yer yok gibi. Bekli de günah borçlu olduğumuz içindir. Alacaklı o iken borçlu olan el açan bizleriz. Malum borçluya inisiyatif kullanılmaz. Biz ne kadar kullansak da, o kullanmaz. Hükmeden o. Sonrasında pişmanlığımızı “Keşke”li cümleler bırakmaz. Bir günahın karşılığı çok hafif...

Her Sabah Sorular

Gidecek yerim var mı? Tutacak elim? Ne yapmalıyım diye soruyorum kendime, her gün. Evet, her sabah… Hafızamı yitirmiş gibi uyanıyorum. Her şey güzel başlıyor aslında. Ama sonra… Hepsi bir bir zihnimde uyanıveriyor. Hatırlıyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum sadece. Oysaki bütün sıkıntıları, dertleri, olumsuz şeyleri hatırlıyorum. Bir tek ne yapacağımı hatırlamıyorum. Bilmiyorum da zaten. Her şey apaçık… Eksiklerim, eksiklikler… Çözümün nasıl ve nerde olduğunu bilmiyorum. Gözlerimi kapatıyorum, belki tekrardan uyurum diye. Nafile. Her şeyi hatırlayınca uykum da sıvışıyor, kaçıp kurtuluyor benden. Beni bir başıma bırakıyor. Kahvaltı, giyinme gibi monotonlukları nasıl yaptığımı bile bilmeden yapmış oluyorum her sabah. Caddeye çıkıyorum ve aksimi izliyorum. Sanki durakta bekleyen ben değilim. Her seferinde korkutuyor beni bu duygu. Kendimi izliyorum. Ne yapacağımı sanki ben karar vermiyormuşum gibi. Seyrediyorum öylece. Birkaç dolu otobüsten sonra nihayet bir tanesi önümde duruyor. O kadar çok...

Varlığımın Savaşı

Varlığın şartını isteyen dünya ve ben… Haykırsam da yokluğumu, anlamayan biçare insanlar varlığımın ispatındalar. Ne kadar kendimi köşelere, evrenime, atmosferime soksam da kendilerinin kurduğu yapmacıklığın çevresine sokmaya çalışıyorlar beni. Ben onları, onlar da beni anlamıyorlar. Hayatı gırgır-şamata olarak addedenler, beni anlamıyorlar en tabi haliyle. İsyana mı kaçıyor yokluğumu söylemem bilmiyorum, ama yıprandığımı da saklayamıyorum. Belki kendi kendimi yıpratıyorumdur, bilmiyorum. Benimkisi içinde yokluğun olduğu bir şarkı işte. Bestekâr var etse de beni, özüm yokluk. Kalmadı artık “BEN”. “Bir ben var benden içre!” diyebiliyorum ama bulamıyorum. Her nota engel oluyor SON’ a. Daha da uzatıyor hayatın yaşanmışlık duygusu olan nakaratları. Ve yorulduğum anlarda duraklıyor muyum? Saatlik nefesler, dakikalar saniyeler… Nefesimi tutmuşum gibi can acısıyla akrep-yelkovan arasında sıkıştım. Belki de saatler ilerlemediğinde nefesimi alacağım. Yokluğumun varlığa, aslıma döneceğim belki d...

Kıssacık

17.01.2010 Bir tek sen eksiksin! Dalgalar, martılar, bulutlar… Sen ve küçük beyaz ellerin… Elime bakıyorum. Sensizlik yerini boşluğa bırakmış. Gözlerim ufukta ve ellerim üşüyor. Orhan Veli’nin şiiri dilime pelesenk oluyor: Her şey birdenbire oldu. Birdenbire vurdu gün ışığı yere; Gökyüzü birdenbire oldu; Mavi birdenbire. Her şey birdenbire oldu; Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan; Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire. Yemiş birdenbire oldu. Birdenbire, Birdenbire; Her şey birdenbire oldu. Kız birdenbire, oğlan birdenbire; Yollar, kırlar, kediler, insanlar... Aşk birdenbire oldu, Sevinç birdenbire. Ve sen bazen bahar oluyorsun böyle, bazen de hazan…

Kıssacık

Yağmurları hep sevdim ben. Kâh Arap kızına camdan baktırdım, kâh Arap kızı gibi camdan baktım. Yağmur benim için eğlenceydi. Altında ıslanmak, toprak kokusunu ciğerlerime çekmek çocukluğumun nimetlerindendi. İşten dönen “büyük”ler için çileydi ama biz çocuklar için eğlenceydi sadece. El ele tutuşurduk hep. Sanki yağmur bize paylaşmayı öğretiyordu. “Büyük” olmak yalnız kalmakmış. Yeni öğrendim. Eskiyi özlemek de büyüklüğün şanındanmış… Büyük olmak isteyen kimdi ki… 13.11.2009

Kıssacık

Yağmurlu günlerde puslu camlara yazdım hep. Annem kızardı camlara iz bırakıyorum diye. Oysa ben hiç aldırmazdım. Afacan çocuk haylazlığında yaramazlıklarımı hep yaptım. Camdaki şekli beğenmeyince kolumun tersiyle silerdim. Sildikten sonra artık şekil yapılamaz olduğunu hep unuttum. Ben parmaklarım üşürken aklıma getirememiştim yokluğu. Kaybettiğimin değerini sonradan anladım. Çocukluğun umursamazlığıyla “Boş ver!” dedim kendime ve hemencecik unuttum. Ama şimdi unutamıyorum! Yüreğime hep iz bırakmış çizdiklerim. Annem haklıymış… Ne yaparsam yapayım camda iz kalıyormuş… Yunus Emre KOÇAK 27.03.2009

Öğüt - Sivas Devlet Tiyatrosu

Öğüt “Hayatın içindeki her davranışın başkalarını etkileyen bir sonucu olduğu ve bu sonucun da dönüp dolaşıp kişinin kendisini de etkileyen bir zincirin halkası olduğu…” “Öğüt”ün internet sitesinde konusu böyle açıklanıyor. Her davranışın bir sonucu var ve her davranışın bir başkasını etkiler. Her davranışın bir de nedeni vardır. Davranışı siz ne kadar kötü veya iyi olarak değerlendirseniz de, davranış nedensiz ortaya çıkmaz. Oyunda karısını seven bir adam var. Adamın bir kızı, karısının ise iki oğlu var önceki evliliklerinden. Karısı kanser ve son günlerini yaşıyor. Normal olanı, kanser kadının son günlerini güzel geçirmesini sağlamaktır. Ancak adam bunu yapmıyor. Buraya kadar adama kızıyorsunuz, haklısınız da. Ancak adamın çok iyi bir “neden”i var. Karısını ölesiye seviyor. Onun, karşısında erimesi, bir zavallıya dönüşmesi, sevdiği kadından bir yabancıya dönüşmesi çok mutsuz ediyor. O istiyor ki karısı sevdiği kadın olarak, değişmeden ölüme gitsin. Böyle her gün geçmişi anarak, geçmi...

Duvarların Ötesinde-Sivas Devlet Tiyatrosu

Duvarların Ötesinde Hayatımızı o kadar monoton ve o kadar “normal”ler çerçevesinde yaşıyoruz ki… Bazı şeylerin değerini yitirmeden bilmiyoruz. Her gün yürümemize yardımcı olan bacaklarımız mesela… Bizi konuşturan dilimiz mesela… Hiç de ucuz olmayan hürriyet mesela… Bir gün yataktan kalktığınızda bunlardan birinin olmadığını bir düşünün. Hayatın içinde nefes aldığınızın farkına varırsınız. Yokluklar bunun içindir; varlığı görürsünüz. Oyunda idama mahkûm dört kişi var. Aslında içlerinden bir tanesi müebbede mahkûm edilmiş yaşlılığından ama müebbet ölümden de beter onun için. Mahkûmlar bir yolunu bulup kaçmışlar. Ölümden… Kaçarken bir öğretmeni de esir almışlar. Şu çerçeveden bakınca mahkûmlar karanlığı, öğretmen aydınlığı temsil ediyor diyebilirsiniz. Haklısınız… Ama işler hiç de bu kadar basit değil. Mahkûmlar esirenin sayesinde yemedikleri yemekleri yiyor, giymedikleri giysileri giyiyorlar. Özlemini kurduğu, hayalinde dahi zorlandığı hayat için her şey. Sonra her mahkûmun hayat hikâyes...

Yalnızlar Sokağı

Ve işte gözlerine bakarken yabancıyım… Hafızasını kaybetmiş bir insan olmak için uğraşıyorum. Artık sana uzaklık kadar yakınım. Her köşe başına bir kuşku bıraktım. Sıyrıldım artık paranoyaklıktan. Kuşkular sokağından ayrılıyorum artık. Yanıma kuşkularımı almadan, yeni bir hayat için göç ediyorum. Semtin adını dahi unutturmak istiyorum belleğime. Beynime emirler yağdırıyorum unutsun diye. Anılar sıralanmış ve veda zamanı… Veda etmeyi sevmediğimi biliyorlar oysaki. Yine de veda etmeliyim onlarla. Tatlı ve huysuz komşularım benim… Arada bir misafir olur çaylarını içer sohbet ederdim. Beni mazi denizinde bitmesini istemediğim bir gezintiye çıkarırlardı. Bir çay kadar sıcaktı sohbetleri. Hatırları büyük ben de. Neyse ki vedalaşmayı gözlerim kuru atlatabildim. “Keşke Sokağı”nı geçiyorum, yeni adresime ümit yelkenlerimi şişirerek gidiyorum nereye gittiğimi bilmeksizin. “Korku Sokağı”na da bir selam çakıyorum. Bir zamanlar orada da kalmıştım. Yolculuğum fazla da uzun sürmedi. Yola şimdiye kada...