Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...

Hüznün Huylanışı: Belirsizlikten Netliğe

Kar yağışının bizi neşelendirdiği günlerden merhaba. Bahar geldi, biz sıcaklara kandık derken lapa lapa yağan karla kendimize geldik. Özlemişiz bütün kış beklediğimiz yağışı. Suyun insanı romantikleştirmediği bir hali yok sanırım. Elde telefonlar hemen ânı ölümsüzleştirmek için kadraj ayarlamaları yapıldı, çocukluğa dair o sevinç fotografa çerçevelendirildi. Hoş anılar bunlar. Özellikle de ânı yaşayanlar için çok sürpriz değil ama yaşama sevincini artıran şeyler. Bugün sizlerle kafamı kurcalayan bir konuyu mütalaa etmek istiyorum. Duygusal olmak ile duyguları yaşayan biri olmanın, isteklerini hayatının merkezine alan ile olmak uğruna çabalayan arasında benzerlik var mıdır? Yaşadığımız toplumda “duygusal olmak” pespaye, basit ve zayıflık olarak görülüyor. Özellikle çok fazla ağlayan çocuklar için sanki aşağılama yaftası gibi “bu da çok duygusal” deriz. Duyguları anlaşılmamış, ihtiyacı giderilmemiş bir çocuğun huzursuzluğunu duymak, şahit olmak beni hep mutsuz eder oysa ki. Duygusal diy...

Gökyüzü Hep Tepeden mi Bakar?

Hafıza-î beşer nisyan ile malüldür. Güzeldir unutmak. Belki de unutabilmeyi güzel saymak gerekir. Şiir mevsimi gelmiş, pencere kenarına ilişmiş artık. Doğanın kontrastı artmış, yeşil uykudan uyanıyor, sarılar yerden arz-ı endam ediyor, sanki unutmuşuz gibi serçenin sesine kanıyoruz artık. Temiz hava davetsiz kendine köşe buluyor, en güzel senfoniler "play" tuşunda bekliyor. Kelimeler Albay'ım, kelimeler cemreye düşüyor. O kadar da anlamsız değil cümlelerin içinde valsini yaparken. Hele şiirin içinde kök boyasıyla dokunmuş gibi motifiyle göz alıyor. İsmet Özel'i, Orhan Veli'si, Attila İlhan'ı kendi sesinden dolduruyor gökyüzünü. Bizim konuşup konuşup şişirdiğimiz gökyüzünü onlar açıyor, yağmur gibi iniyorlar taze toprak kokusuyla. Ömür hanıma içli konuşma yapan Şükrü Erbaş'la yağan karı güzellemiştim, şimdi Dalgacı Mahmut'la zihnimde navruzlar, çiğdemler açıyor. Hem de denizin ortasında. Dalga da geçerim sanki denizin kıyısındaymışım gibi. Hayat zaten y...

Yelkenli Gemilerim

Uzun bir süreden sonra merhabalar. Baharın erken geldiğine şaşıyoruz. Ağaçlar tomurcuklandı ama insan soğuk gelecek de zarar görecekler diye korkuyor. Geçenlerde bir yemek organizasyonunda bir şey farkettim; yeteri kadar ekmek sayısını tartışırken aramızdan bir öğretmen abimiz "Ekmeği fazla alsak da olur, kediler var. Hayvanlar köy yerinde aç kalıyor" dedi. O ân kendimi suçlu hissettim. Biz kendi midemizin derdine düşmüşken tabi ki onları unutmuştuk. Kışın güvercinleri, serçeleri unutuyoruz. Bahar gelip de sesleri duymasak sanki onlar yokmuş gibi davranıyoruz. Kendime serzenişler kabul edin bunları. Bugün sizlere zihnimi kurcalayan bir ironiden bahsetmek istiyorum. Tema olarak tanıdık gelebilir; istemek! Şöyle bir nesildik ki, anne babamız ya da biz yetiştirilirken söz sahibi olan büyükler, çocuğun her "istediğinin" alınmasının, yapılmasının sakıncalı olduğunu söylerlerdi. Çocukken devamlı istediklerim veya sahip olup olmadıklarımla sınav ediliyormuşum gibi geliyo...

Hüznün Huylanışı; Zorunlu Kitap Aşısı

Merhabalar. Bir süre düşüncelerimin tıkandığını hissettim. Sanırım duygusal olarak yığılmışlığın verdiği bir bezginginlik, monotonluğun yaratıcılığa taş koyması gibi bir durum yaşadım. Sıkı can iyidir. Çocukluğumu hatırladığımda hep sıkıldığımda kendimce oyunlar türetirdim. Zihnimden tiradlar atardım. Gözümün önünde bir şeylerin hayalini derinlemesine bulabiliyordum. Hayal edebilmek, tahayyül edebilmek güzel bir şey. En son yaptığım yürüyüşte zihnimin de hızlandığını farkettim. Mirkelam gibi mahallede koşmaya başlamadım tabi ki! Ama zihnim aradığını bulmuş gibi paldır küldür düşünceleri devindirmeye başladı. Çıkarımlar ya da farkındalıklar çıktı. Tabi cümleyle ifade edecek olsam çok basit farkındalıklar olurdu, siz de bunu azımsayabilirdiniz. Oysa ki dışarıdan basit gibi görünen benim için karmaşık olabiliyor. Biliyorsunuz ki zihin taşınması yaşanması ağır olan duygular varken sizi o temalardan uzak tutar. Yani zihnimin bana sakladığını görebilmem benim için büyük bir adım. Zihnime h...

Ben Bir Şatonun Peşindeyim!

Merhabalar. Zemheri diye bildiğimiz ama sabah karşılaşınca şaşırdığımız havaları yaşıyoruz. Sanki çok kar yağmış gibi yola atılan tuzların tozuna bulandık. Temizliğin hastalığı önlediğini unutuyoruz gibi. Böyle sitemkar başladım ama yaşamanın ciddiyetini sorgular hale geldim. Son senelerde beğenilen bir sahne vardı; kaza yapılmış arabanın içinde bir kadın diğeri "Kalk abla oynayalım!" diyerek parmaklarını şıklatıyordu. Metaforik bir sahne. Travma tepkisi geliştirmişir biri ile hayatı sorgulayan birinin yan yana gelmesi... Güzel bir sahne. Konu olarak ele alacaklarım belki başka şeyler olacak ama bakalım spontane neler çıkacak. Dücane Cündioğlu, yaptığı programların birinde "Ben bir şato hayal ediyordum ama şimdi bir kulübeyi inşaa etmenin derdindeyim" demişti. Konuşmanın tümünü dinleyenler neyi kastettiğini daha iyi anlayacaklardır. Kurulmak istenen, hayal edilen ideal dünya ile gerçek dünya arasındaki farkı temsilen; sıcak soğuk havanın karşılaşması verilebilir. D...

Açılın Nefes Alsınlar!

Merhabalar. Yazılara biraz ara vermiş gibi oldum ama sanırım güzel bir konu ile karşınızdayım. Belki de sağlıklı olanı yazabildiğim az yazılardan biri olacak. Her yazıda havayla, doğayla irtibatımı belirten bir şey yazıyorum. Bu yazı için de bir şeyler yazayım; kışın geldiğini anlamadığımız, kar yağsa herkesin rahatlayacağı ama rahmet mi beyaz esaret mi tartışmalarına da gireceğimiz biraz hastalıklı bir mevsim yaşıyoruz. Bugün size biraz tehlikeli ve olumsuz gördüğümüz birkaç kavramdan bahsetmek istiyorum; yalnızlık ve yalnız düşünme. İngilizce'de "alone" ve "lonely" kelimeleri bize göre yakın anlamlar taşıyormuş gibi görünse de aslında farklı zeminlerde anlam taşıyor diyebilirim. Lonely kelimesi, olumsuz olan yalnızlık anlamını taşıyor. Ancak "alone" kelimesi, tek başına ayaklarının üzerinde durma anlamına geliyor. Tek başınalık, kendi fikrini beyan etme kültürel olarak uyuşamadığımız davranış tipleri gibi görünüyor. Özellikle kültürümüzde daha çok, ...

Hüznün Huylanışı; Şifalanan Gezegen

Merhabalar. Kışı sevenlerin sevmeyenlerin, kar yağsa virüsler kırılacak, nerde o eski kışlar diyerek tekrar yaşanmak istenmese de özlenilen günlerin konuşulduğu aylara geldik sanırım. Geçmişi özleyen yanımızla, onu tekrardan yaşamak isteyen yanımız beynimizin çok da komşu olmayan farklı yerlerinde ikamet ediyor sanırım. Şu günü, ân'ı yaşamayı pek istemiyoruz sanki. Bugün "hüznün huylanışı"na devam yazı niteliğinde bir konuyu yazmak istedim; anlayışsız duvarlar. Yine biraz kelime oyunu yapmayı istiyorum ve zihnime hücum eden bir metaforu da hemencecik yazıya dökmeyi planlıyorum. Her insan kendinde bir dünyadır derler. Bazen bu dünyaların birbirine kaç ışık yolu uzaklıkta olduğunu düşünür, kendi zihnimde atıp tutmalı bir oyun oynarım. Birinin söylediğinin diğerinin atmosferine girmesi, işitilmesi, anlaşılması ve karşı cevabın gönderilmesi günler alabiliyor. Dışarıdan görünen öfke, sanki sözün atmosfere temasıyla oluşan sürtünmenin ateşi gibi görünür gözüme. Her insanın çek...

Hüznün Huylanışı; Avaz

Merhabalar. 2024 yılının ilk yazısını paylaşmak istiyorum sizlerle. Konuyu hüznün huylanışı yazılarının devamı ya da başka bir bölümü olarak düşünebilirsiniz. Biraz kelime oynu yaparak, metafor kullanarak yazmak niyetindeyim. İlk seslerle başladı hikayemiz. Herkes kavuni bir rengin içinde bilir ama karanlığın içinde işitilir ilk sesler. Bana dışarıdan geldi. Merak ettikçe kımıldadım, kulak kabarttım. Gök gürlemesi gibi gelene ağlamadım. Çünkü karanlıkta ağlamayı bilmiyordum. Ne zaman ki ışığa hücum ettim, o zaman öğrendim avazımın boyumdan büyük olduğunu. Kendi sesimden de korktum. Korktukça ağladım. Ta ki tanıdığım sevdiğim kokuyu bulana kadar. Ben sesleri hecelere, heceleri kelimelere, kelimeleri de cümlelere devşirene kadar epey bir takla attım. Eminim siz de bab'ladınız, guk'ladınız. Konuştukça, daha doğrusu dillendikçe, büyüklerin hayretine ne cüretler gösterdim ki sormayın. Büyümüş de küçülmüş oldum. Büyümek ne hoş görünürdü gözüme. Düşünsenize bir büyüğün cebindeki para...