Ana içeriğe atla

Hüznün Huylanışı: Belirsizlikten Netliğe

Kar yağışının bizi neşelendirdiği günlerden merhaba. Bahar geldi, biz sıcaklara kandık derken lapa lapa yağan karla kendimize geldik. Özlemişiz bütün kış beklediğimiz yağışı. Suyun insanı romantikleştirmediği bir hali yok sanırım. Elde telefonlar hemen ânı ölümsüzleştirmek için kadraj ayarlamaları yapıldı, çocukluğa dair o sevinç fotografa çerçevelendirildi. Hoş anılar bunlar. Özellikle de ânı yaşayanlar için çok sürpriz değil ama yaşama sevincini artıran şeyler. Bugün sizlerle kafamı kurcalayan bir konuyu mütalaa etmek istiyorum. Duygusal olmak ile duyguları yaşayan biri olmanın, isteklerini hayatının merkezine alan ile olmak uğruna çabalayan arasında benzerlik var mıdır? Yaşadığımız toplumda “duygusal olmak” pespaye, basit ve zayıflık olarak görülüyor. Özellikle çok fazla ağlayan çocuklar için sanki aşağılama yaftası gibi “bu da çok duygusal” deriz. Duyguları anlaşılmamış, ihtiyacı giderilmemiş bir çocuğun huzursuzluğunu duymak, şahit olmak beni hep mutsuz eder oysa ki. Duygusal diyerek atılan bu yafta, içerisinde bastırılmış, anlaşılmamış, yerine iade edilmemiş duyguları barındırır. “Duygusal çocuk” küsen, öfkesini atamayan, kin güden biri haline çok çabuk geçebilir. Bu yaşanmamış, karşılık bulmamış duygular, kişilik bozukluklarına zemin hazırlayabilir. Geçenlerde de bir veli toplantısında şöyle demiştim; “aldığım eğitimden, gözlemlediklerimden, bana gelen vakalardan anladığım kadarıyla sevgisizlik çok büyük bir problem. Bir ahtapot gibi hangi kolunun nereye ulaşacağını kestiremeyebilirsiniz.”. Meslek hayatımda ilk defa aklıma bir şey geldi ve spontane olarak ifade ettim; “Karınızı veya kocanızı sevin ve sevdiğinizi gösterin. Hatta bunu çocuklarınız da görsün. Sevginin ifade edildiği bir ailede yaşadığı için kendini güvende hissetsin”. Şimdi diyeceksiniz ki bu çok ulaşılması zor bir bilgi değil. Bu kadar basit bir cümleye ulaşmam çok zamanımı aldı. Bu cümlenin altını dolduracak çok şeye şahit oldum ve okudum diyelim.
Duyguları yaşamak ise tam bir olgunluk halinin çıraklığıdır. Özellikle yaşanması zor olan utanç, öfke, suçluluk ve kıskançlık gibi duyguları dahi kendine itiraf eden kişi ânı yaşayabilmenin kapısını aralamış demektir. Burada yaşanan duyguya değer verme, duyguyu kabul etme, ötekilere karşı duyguyu gerekirse savunma, sınır çizme vardır denilebilir. Siz duygunuza sahip çıkıyorsanız yavaş yavaş kendinizi kabul etmeye de başlamışsınızdır demektir. Duyguyu yaşayan kişilerin başkalarının duygusunu anlama ve yardımcı olma konusunda da çok başarılı olduğunu gördüm. Tam tersinde ise kendi duygularını yaşamayan, sahip çıkmayan bir kişinin ötekinin duygusunu aşağılamaya kalktığını, değersizleştirmeye çalıştığını, hatta yok saymaya çalıştığını da gördüm diyebilirim. Bir akrabam bastırdığı duygulardan dolayı somatik (bedensel) ağrılar çektiğinden yakınmıştı. Adam kendini ifade etmeye çalışırken karısının tam tersi “aman eskiden duygu mu vardı, kim değer verirdi ki bize! Bu da çok duygusal. Bence önemsiz şeyler bunlar” deyip bastırmaya çalıştığına şahit olmuştum. Oysa ki adamın yaşamı bir hayatta kalmaya dönmüştü. Karısı olarak destek vermesi belki de iyileşme sürecini hızlandıracaktı. Tabi şunu da eklemek lazım ki bu kadının duyguları ne kadar yok sayılmış bastırılmışsa O da aynı şekilde değersiz görmeye çalışıyordu. Duygusal desteği deneyimlememiş diyebiliriz.
İnsanın ruh sağlığı ile çalışırken kınamamayı öğrenir insan.
Gel gelelim bir çıkarımımı paylaşmak istiyorum; duygusunu yaşayamamış kişilerin “istekleri” hayati önem taşır. Duygu kendini tamamlamak için başka yollar arar ve kendine alan yaratmaya çalışır. Ebeveynlerinin kendisini görmesini isteyip de bastırılan bir çocuk otorite edinebileceği bir makam için kendini çok hırpalayabilir. Bu sosyal rolü de abartıp büyütebilir, elindeki gücü insanlar üzerinde çokça deneyebilir. Anne baba tarafından görülmedikçe de kamçılanmış gibi daha fazlasını isteyebilir. Bu arada ezdiklerini de göreceğini zannetmiyorum. Başarı için her yol mübah. Duygularını yaşayan biri için de “olmak” daha yakındır. Hayat bazen zor olsa da kabullenmek için daima bir yol bulunur. Hayat daha akışkan, yaşanmış güzel anıları içerebilir. Bu kişiler için “olmak” önemli olduğundan sosyal rollerde abartı pek görülmez. Hayattan keyif alma, ilişkilerde yeni zeminler oluşturmanın daha kolay olduğu söylenebilir. Mantığı kutsamanın da daha az olduğu söylenebilir. Konu kendi içerisinde kapsamı geniş, yorucu bir yazı olmuş olabilir. Sabrınız için teşekkür ederim. Başka bir yazıda buluşmak dileğiyle hoşçakalın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...