Uzun bir süreden sonra merhabalar. Baharın erken geldiğine şaşıyoruz. Ağaçlar tomurcuklandı ama insan soğuk gelecek de zarar görecekler diye korkuyor. Geçenlerde bir yemek organizasyonunda bir şey farkettim; yeteri kadar ekmek sayısını tartışırken aramızdan bir öğretmen abimiz "Ekmeği fazla alsak da olur, kediler var. Hayvanlar köy yerinde aç kalıyor" dedi. O ân kendimi suçlu hissettim. Biz kendi midemizin derdine düşmüşken tabi ki onları unutmuştuk. Kışın güvercinleri, serçeleri unutuyoruz. Bahar gelip de sesleri duymasak sanki onlar yokmuş gibi davranıyoruz. Kendime serzenişler kabul edin bunları. Bugün sizlere zihnimi kurcalayan bir ironiden bahsetmek istiyorum. Tema olarak tanıdık gelebilir; istemek!
Şöyle bir nesildik ki, anne babamız ya da biz yetiştirilirken söz sahibi olan büyükler, çocuğun her "istediğinin" alınmasının, yapılmasının sakıncalı olduğunu söylerlerdi. Çocukken devamlı istediklerim veya sahip olup olmadıklarımla sınav ediliyormuşum gibi geliyordu. Uykuya geçerken günün muhasebesini yaparken para birimim genelde şeker, çikolata ya da oyuncak oluyordu. Köyde yaşadığımız dönemde şimdi yüzüne dönüp bakmadığımız çikolataları ayda bir şehirden gelecek diye beklerdim ve uykularım kaçardı, hatırlıyorum. İstemek, arzu etmek benim için büyük heyecanlardı. İstemenin olgunluğa devşirilmesini, dönüşmesini sağlayan şey, sahip olunanın sorumluluğunu almaktır. Çocuklarda ilk olarak edinilmesi gereken davranış bileşeni arzusunu sınırlaması ve yaptığı şeyin sorumluluğunu alması. Tabi bunu bizim nesil için daha geçerli olduğundan yazdım. Her devir kendine ait sorunlar türetebiliyor. O yüzden bu düşünceyi katî değil de sadece bir bakış açısı olarak görünüz. Çocuğun davranışlarından mesul olmadığı yaşlar onun tabiri caizse uygun davranışlarını öğrenmesi için atölye çalışması yaptığı dönemdir. Bu dönem genellikle okul çağına denk gelir ki, özellikle ilkokuldan beklentimiz; çocuğun kendi sorumluluklarını öğrenmesi ve yerine getirmesi. Benim görüşüme göre bir rolü tam olarak pekiştirecek şey sorumluluklarını, bedelini yerine getirebiliyor olmasına bağlıdır.
Hz. Adem'in cennetteki ağaca yaklaşması yasaktı ancak yasağı çiğnediğinde Yaradan nedenini sorduğunda, yasağı deldiğini kabul etmesi ve Yaradan'ın affına sığınması beni etkiliyor şahsen. Kaçmadı, kibirlenmedi, reddetmedi ama kabul etti ve cezası ne ise çekti. Nebiler bizim dinimizce masumdurlar zaten. Ben ne zaman kavramlarla ilgili zihnimi zorlasam, egzersiz yapsam bir dini metaforun karşıma çıkması boşuna değil. Ben de çocukluğumda istemek, arzu etmeyle sınandım ve şimdi bunun devam ettiğini görüyorum.
Kelime sayısı az ama zihnimdeki yorgunluktan dolayı yazıyı burada bitiriyorum. Başka bir yazıda görüşmek üzere hoşçakalın.
Not: Ben ne zaman çocukluğumu hatırlasam Orhan VELİ'nin Gemilerim şiiri aklıma gelir. Müşvik KENTER'in sesinden sizlere hediye ediyorum.
Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...
Yorumlar
Yorum Gönder