
Bir yaprak kımıldadı sessizliğin yatağında... Bir yaprak açtı, devrin yenisini. Toprak susamışlığından yarıldı. Susamış dediysem suya hasretliğinden değil, yeniye, yeniliğe, taze bir varoluşa hasretliğinden... Sessizlik bozuldu ve her şey o an için işine ara verdi. Kafasını uzattı gökyüzüne. Mavi, masmavi... Bulut yoktu gökyüzünde. Anlaşılan ihsan buyurup gölge etmek istemediler o ana. Güneş... İşte en yakıcı, en taze... En hallerinin hepsini takınıp, süslenip püslenerek tepede yerini almış,o ana şahitliğine sevinerek gülümsüyordu.Bir baş da onları seyrediyordu. Gökyüzünden alemi seyredenleri, yeryüzündekiler seyrediyordu. O an geldi ve her şey o başın sahibine çevirdi gözlerini. Bir baş topraktan uzatıyordu bakışlarını. Körlüğüne rağmen seziyordu, herkes onu izliyordu. Çok da önemsemiyordu kendini. Önemli olan göreviydi. O sadece başlangıçtı, biliyordu bunu. Baki olmayan, senebesene tekrarlananı bu sefer o başlatacaktı. Bir baş çıkmıştı topraktan, çatlamış, nazlı nazlı, kokusu değmelere bitilmez taze gelin gibi olan topraktan... Kış boyu yerin altındayken, işte bereket olarak dönüyordu. Aslında ölmüştü ama yeniden dirilten Yaradan'ına şükreden gözlerle gökyüzüne bakarak dönüyordu. Toprak saklamıştı koynunda. Kendince görevi vardı. Bu sene varoluşun önceliğini vermişlerdi ona. Elbet ataları da bu görevi çok üstlenmişti. Gururlanıyordu kendince ama tevazuyu topraktan almıştı. Bütün bir kış boyunca durmamış, öğrenmişti topraktan her şeyi. Kibir seviyesi 0'dı. Biliyordu çünkü sebebini, öncesini, sonrasını... Şükrediyordu bu yüzden. Bir baş uzanıyordu göğe. Taze, bereket getiren. Dünyanın birçok yerinde tomurcuklar feyezanlarıyla gelir böyle. İcazetini almıştır topraktan. Bir semazen edasında önce yapraklarını açar. Meydana çıkar bütün güzelliğiyle. Kollarını açar, döner, döner... Raksını nazlı gelin edasında tevazuyla yapar. Artık dönen dünya da bekleyişine son vermiştir. Bir başka döner artık o da. Açılan, açılıp saçılan bereket de gelmiştir artık. Semah tamamlanınca birlik artık çokluk olur. Buğdaydır gelen. Nice ocağın bereketi. Bizim memlekette gelin yeni evine girerken kaynanası başından buğday aktarır ki bereketi bulaşsın, bereketle gel diye. Yuvanın bereketi bir oğul da olabilir tabi. Buğday ölmüştür ilk önce. Sonra çilehanesine çekilir. Toprağa... Toprak, güneş, kar suyu... Bildikleri ne varsa anlatırlar buğdaya. Buğday doldurur günlerini çilehanesinde. Ve başlar semaha. Sonra tek buğdaydan bereket fışkırır ve birçok buğday çıkar. Buğday hamdı, pişti, yandı...
12.10.2010
Yunus Emre KOÇAK
Yorumlar
Yorum Gönder