Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...
En son yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...

Hüznün Huylanışı: Belirsizlikten Netliğe

Kar yağışının bizi neşelendirdiği günlerden merhaba. Bahar geldi, biz sıcaklara kandık derken lapa lapa yağan karla kendimize geldik. Özlemişiz bütün kış beklediğimiz yağışı. Suyun insanı romantikleştirmediği bir hali yok sanırım. Elde telefonlar hemen ânı ölümsüzleştirmek için kadraj ayarlamaları yapıldı, çocukluğa dair o sevinç fotografa çerçevelendirildi. Hoş anılar bunlar. Özellikle de ânı yaşayanlar için çok sürpriz değil ama yaşama sevincini artıran şeyler. Bugün sizlerle kafamı kurcalayan bir konuyu mütalaa etmek istiyorum. Duygusal olmak ile duyguları yaşayan biri olmanın, isteklerini hayatının merkezine alan ile olmak uğruna çabalayan arasında benzerlik var mıdır? Yaşadığımız toplumda “duygusal olmak” pespaye, basit ve zayıflık olarak görülüyor. Özellikle çok fazla ağlayan çocuklar için sanki aşağılama yaftası gibi “bu da çok duygusal” deriz. Duyguları anlaşılmamış, ihtiyacı giderilmemiş bir çocuğun huzursuzluğunu duymak, şahit olmak beni hep mutsuz eder oysa ki. Duygusal diy...

Gökyüzü Hep Tepeden mi Bakar?

Hafıza-î beşer nisyan ile malüldür. Güzeldir unutmak. Belki de unutabilmeyi güzel saymak gerekir. Şiir mevsimi gelmiş, pencere kenarına ilişmiş artık. Doğanın kontrastı artmış, yeşil uykudan uyanıyor, sarılar yerden arz-ı endam ediyor, sanki unutmuşuz gibi serçenin sesine kanıyoruz artık. Temiz hava davetsiz kendine köşe buluyor, en güzel senfoniler "play" tuşunda bekliyor. Kelimeler Albay'ım, kelimeler cemreye düşüyor. O kadar da anlamsız değil cümlelerin içinde valsini yaparken. Hele şiirin içinde kök boyasıyla dokunmuş gibi motifiyle göz alıyor. İsmet Özel'i, Orhan Veli'si, Attila İlhan'ı kendi sesinden dolduruyor gökyüzünü. Bizim konuşup konuşup şişirdiğimiz gökyüzünü onlar açıyor, yağmur gibi iniyorlar taze toprak kokusuyla. Ömür hanıma içli konuşma yapan Şükrü Erbaş'la yağan karı güzellemiştim, şimdi Dalgacı Mahmut'la zihnimde navruzlar, çiğdemler açıyor. Hem de denizin ortasında. Dalga da geçerim sanki denizin kıyısındaymışım gibi. Hayat zaten y...

Yelkenli Gemilerim

Uzun bir süreden sonra merhabalar. Baharın erken geldiğine şaşıyoruz. Ağaçlar tomurcuklandı ama insan soğuk gelecek de zarar görecekler diye korkuyor. Geçenlerde bir yemek organizasyonunda bir şey farkettim; yeteri kadar ekmek sayısını tartışırken aramızdan bir öğretmen abimiz "Ekmeği fazla alsak da olur, kediler var. Hayvanlar köy yerinde aç kalıyor" dedi. O ân kendimi suçlu hissettim. Biz kendi midemizin derdine düşmüşken tabi ki onları unutmuştuk. Kışın güvercinleri, serçeleri unutuyoruz. Bahar gelip de sesleri duymasak sanki onlar yokmuş gibi davranıyoruz. Kendime serzenişler kabul edin bunları. Bugün sizlere zihnimi kurcalayan bir ironiden bahsetmek istiyorum. Tema olarak tanıdık gelebilir; istemek! Şöyle bir nesildik ki, anne babamız ya da biz yetiştirilirken söz sahibi olan büyükler, çocuğun her "istediğinin" alınmasının, yapılmasının sakıncalı olduğunu söylerlerdi. Çocukken devamlı istediklerim veya sahip olup olmadıklarımla sınav ediliyormuşum gibi geliyo...

Hüznün Huylanışı; Zorunlu Kitap Aşısı

Merhabalar. Bir süre düşüncelerimin tıkandığını hissettim. Sanırım duygusal olarak yığılmışlığın verdiği bir bezginginlik, monotonluğun yaratıcılığa taş koyması gibi bir durum yaşadım. Sıkı can iyidir. Çocukluğumu hatırladığımda hep sıkıldığımda kendimce oyunlar türetirdim. Zihnimden tiradlar atardım. Gözümün önünde bir şeylerin hayalini derinlemesine bulabiliyordum. Hayal edebilmek, tahayyül edebilmek güzel bir şey. En son yaptığım yürüyüşte zihnimin de hızlandığını farkettim. Mirkelam gibi mahallede koşmaya başlamadım tabi ki! Ama zihnim aradığını bulmuş gibi paldır küldür düşünceleri devindirmeye başladı. Çıkarımlar ya da farkındalıklar çıktı. Tabi cümleyle ifade edecek olsam çok basit farkındalıklar olurdu, siz de bunu azımsayabilirdiniz. Oysa ki dışarıdan basit gibi görünen benim için karmaşık olabiliyor. Biliyorsunuz ki zihin taşınması yaşanması ağır olan duygular varken sizi o temalardan uzak tutar. Yani zihnimin bana sakladığını görebilmem benim için büyük bir adım. Zihnime h...