Ana içeriğe atla

İçimizdeki Kaçma Hissi

Kendi kişiliğimizle ayakta durmaya çalışan bizler için kaçmak bizim için en kolay yol ancak hiçbir zaman çözüm olmadı. Filmlerde, dizilerde ya da roman karakterlerinde görmeye, okumaya alışkın olduğumuz aşırı karizmatik gitmeler, kaçmalar, uzak bir limana yerleşmeler bizlere ne kadar mantıklı ve ne kadar yerinde bir duygu gibi gösterildi. Gerçekten öyle mi acaba? O adam aslında evet cevabını almadığı için mi yurtdışına çalışmaya gitti yoksa kaçınan bağlanmaya sahip olduğu için mi? Geçenlerde Cüneyt Arkın ile Filiz Akın'ın bir filmi denk geldi, oturdum izledim. Kadınla erkek karakter arasındaki yanlış anlamalardan dolayı erkek yurtdışına varını yoğunu satıp gidiyor ama sevgisinin azalmadığını görünce yurda tekrar dönüyor. Bir iki olaydan sonra aslında kadının iffetini korumak için yalan söylediği ortaya çıkıyor ve bu sefer de erkek kendini affettirmeye çalışıyor. Ne kadar tanıdık hikaye! Yeşilçam'da çok işlenen bir hikaye olduğunu biliyoruz. Bizler duygusal bir millet olduğumuz için tabi ki sonunda kahramanların buluşmaları yetiyor bize. Yetiyor mu gerçekten? Yani iki kişinin bağlanma stilleri, kapalı iletişim kullanmalarında bir sorun yok mu? Evet bizi bu kaçmalar bitirdi. Kaçınan bağlanma stiline sahip bireyler için kişisel özgürlük çok önemli. Fazla yakınlaşmalar bu bağlanma stiline sahip bireyleri direkt karşıdaki kişiden soğutuyor ve kaçış başlıyor. O hayali kurulan ideal ilişkiye de hiç ulaşılmıyor. Özellikle kaygılı bağlanma stiline sahip bireylerle ilişki yaşanıyorsa yandı gülüm keten helva! Bir taraf onay kaygısı ve yakınlaşma ararken diğer taraf mesafeyi koruyalım, kişisel alanımdan ödün vermem diyor. Hani çevremizde devamlı kavga eden, bir tarafın devamlı sorunları konuştuğu, diğer tarafın oralı olmadığı çiftler var ya işte onlar,  bunlar. Sorunu konuşmak demek çözüme gitmek demek ve çözüm daha çok yakınlaşmayı sağladığı için kaçınan gerçekten kaçıyor ya da susup, problemi görmezden geliyor. Bunu anlamlandırmak beynimde havai fişek gösterisi yarattı. Şöyle gözlem dosyalarını bir tarayınca "aaa!!!" nidaları beynimde patladı haliyle. Evet, öğrendiğim, anlamlandırdığım her şeyde bir yanım da üzülüyor. Daha önce öğrenmiş olsaydım keşke diye... Size de bir iki deyim hatırlatayım belki bir şeyler anlamlanır; erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır, kadın milleti değil mi tabi dırdır yapacak, kocanı şimdiden elinde al sonra daha tutamazsın.... Bunlar aslında kronikleşmiş, kemikleşmiş problemlerin, problemin anlamlandırılmadığı ancak güç oyunlarıyla bir taht mücadelesine evrilmiş söylemlerdir. Kendi gelişim takvimimde bu mevsimin bana söylediği; biz anladıkça, anlamlandırdıkça insanlığımızı buluruz, geliştiririz. Kaçmaların kimden kaçmak olduğunu, kaçmanın çözüm olup olmadığını, karizmatik kaçışların nedeninin sorgulanması gerektiğini düşüyorum. Her zaman olduğu gibi düşüncelerimin akışını kelimere sığdıramayarak yazıyı burada sonlandırıyorum. Kendinizi bulduğunuz günlerin temennisiyle, hoşçakalın. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...