Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Lahcin

İnsan, hatasını sevmez. Geçmişte yaptığım hatalardan dolayı kendimi pek sevmem. Bir yanım hep nedamet taşır. Keşke şöyle yapsaydım... Onun yerine şöyle deseydim... Falan filan. Beynime nedamet taşıtan taraf mükemmellik diye çıldıran taraf sanırım. Her şey kusursuz, net ve tam ayarında yapılmalı. Geçmişi düşündükçe acı veren, beynimi ekşiten anılar genellikle ikili ilişkilerdeki yaşantılar. Bazen susamış gibi sadece kitap okumak isteyişim sanırım bu yüzden. İkili ilişkilerde özellikle sevdiklerimle kurduğum bağlarda yaptığım münferit hatalar en çok canımı sıkan. En başta öyle bir dökülürüm ki karşıdaki konuşmaya fırsat bulmadan dinlemeye başlar. Ben hep sihirli "normal"lerden bahsederim. Neye nasıl tepki verdiğimden tutun da neyin nasıl olması gerektiğinden konuşurum hep. Okuduğum, duyduğum, beni büyüleyen ne varsa onunla karşıdakini büyülemeye çalışırım. Büyülenirler mi bilmem ama sonuçta dinlerken çok da sıkılmazlar. "Çok" da sıkılmazlar diyorum çünkü bazen sıkıldı...

Cebimdeki Martı

Ne cebimde martı inadı kaldı ne de denizin huzuru. Bir pencere kenarının özlemi var içimde. İzliyorum geleni geçeni. Çocukluğumun özlem kenarına asfalt döküldü. Daha modern yalnızım artık. Güneş tepemde kitaplarda arar oldum. Her kim veya ne ise onu işte. Okuyorum okuyorum sonra yoruluyorum. Kahve içiyorum zihnimle. Kallavi sohbet ediyorum. Arada ağır bir müzik başlıyor. Kulak veriyorum. Efkar diyor da başka bir şey demiyor. Yaz geceleri neden uykusuz kalıyorum daha çok soruyorum. Oysa yaz aşkı derler. Ben geçmişi gevişliyorum. Sonuç hep can sıkıyor. Deniz varken mahallenin başında dertleşiyordum hiç değilse. O değil de insan denizi çok arıyor. Dertleşen bilir fotoğraf çekilen değil. Öyle sebepsiz sever ya insan sanki kendindenmiş gibi öyle seviyorum. Sanki bir yanım hep deniz. Kendimi izlemedim hiç denizi izler gibi. İnsan kendine ne kadar yabancı. Hayalimde kavgadayım. Tartışıyorum yakıp yıkıyorum. Bir barışsam içimdeki denizle, yetişsem hayallerine... Kim ya da ne sakinleştirecek iç...

Yetişkin olmak!

Küçük bir çocukken büyümenin, yetişkin olmanın en önemli şartının çok iyi yalan söyleyebilmek ve kendini çok iyi savunmak olduğunu zannederdim. Oysa ki konuşulanların birçoğu tutarsız ve samimiyetsiz gelirdi. Çocuk olmanın en güzel tarafı da bu olsa gerek; çıkar endişesi taşımadan fikriyle, vicdanıyla hür olmak. Garip olan bir şey var ki büyümekten korkardım. Çünkü yalan söyleyemeyeceğimi düşünürdüm ya da yalanda ustalaşan biri olmanın beni rahatsız edeceğini bilirdim. Çocukluğum büyükleri, "yetişkin"leri anlamaya çalışmakla geçti. Anlayamadım da. İçimdeki bir ses beni devamlı rahatsız etti. Kimisi buna vicdan diyor, kimisi ise çocukluk. İşim gereği doğruyu hakikati arayan yaş gruplarıyla çalışırken gerçekten mesleki doyum yaşadığımı düşünebilirim. Kendimi uzak kaldığım bir nehirde serinlemiş gibi hissediyorum. Daha önceden de o akıntıdaydım biliyorum. Sonra bir şekilde kendimizi kıyıya atıyoruz yine. 

Ağacın Olgunlaşmasına Özlem

Düşüncenin ulaşmak istediği yaşamla, fiilen gerçekleşen hayat arasındaki ara artık iyiden iyiye açıldı. Devamlı isteyen beyinle mücadele etmek zihnen çağın insanını yordu. Çevredeki bütün uyarıcılar buna programlanmış gibi devamlı "özlenilen hayat" aramasıyla beyinlerimize jimnastik yaptırıyor. Artık bazı konularda beyin o kadar antrenman yaptı ki; istemsiz hayat normları oluşturdu. İstemsiz diyorum çünkü, doğayla ne zaman göz göze gelsek geviş getirdiğimiz sitemler, özlemler, hayıflanmalar birbiri ardına sıralanıyor. Aslında istemiyoruz da hayat gailesi içinde sürükleniyoruz yani. Ne kadar da edilgen! Otomatik kabuller geçmişin tecrübesiyle ya da gelenek- görenekle çelişir durumda. Bir uyarlama canhıraşlığıyla savruluyoruz. Her gün her yeni duruma beynimizi adapte etmeye çalışıyoruz. Son dönemde zihnimizi dinlendiremeyişimizin ardında bu konu da etkili olabilir. Doğa kendi işleyişinde mental bir yorgunluk yaşamaktan daha çok bedenen bir yorgunlukla mücadele eder. Belki de ş...

Mırıldansa Mahalle Maçı

Her şeyin basit olduğu varsayımı hayatın bir saniyesiyle yıkılabiliyor. Kolaylaştırmıyoruz hiçbir şeyi. Doğanın sadeliğini bile karman çorman yapmanın peşindeyiz. Sevmediğimiz ne varsa onu yeşertiyor, büyütüyoruz. Mevsimi olmayan şeyleri yaşatıyoruz birbirimize, her gün kendi deviniminde doğan-batan güneşe karşılık. Hayatın müziğini kaoslaştıran kızgınlıklarla, nefretle, hırsla kendi yıkımımızı hızlandırıyoruz. Fena yıkıldık. Fena yalnızlaştık. Kavga ettikçe kaybettik. Kendi tükenmişliğimize zemin hazırladık işte. Başka dünyalar, başka başka saadetler uzaklarda artık. En uzak notanın garip çınlaması gibi kaldı, mutluluk. Neyle mutlu olacağını bilmeyen bir toplum düşünün, paylaşmaktan aciz, kendi çöküşüne gözleri kapatan. Kendi evinin her tarafına tuzaklar yerleştiren bir arsız gibi. Modern zaman! Evet, adı ile mide bulandıran, modern zamanlardayız. Kinle, nefretle, bulantılarla asriyiz. Beyinlerimiz bilgi kusuruyor, dillerimiz tetikte. Övüncümüz, aşırılık! Eskiden elektriğin kesilmesin...

Hile Etik midir?

Birçok ağrının, bulantının, baş dönmesinin, açlık hissinin, susuzluğun vb. beyin tarafından sinya-uyarı olarak gönderildiğini biliyoruz. Beynin, bedeni, ruhu ve zihni koruma içgüdüsünden kaynaklanan bu tarz semptomları bilerek ortaya çıkardığını, önlem alınacak şeyler hakkında bilincimizden hep bir adım önde olduğunu da biliyoruz. Biraz üzerinde araştırma yaptığımızda koruyucu reflekslerinin ne kadar çok olduğuna şaşarız. Örneğin; savunma mekanizmaları kişiyi içinde bulunduğu zor durumlarda mantıklı bir çıkar yol bulma telaşında yardımcı olur. İlginç başka bir örnek ise, Emdr adı verilen Türkçeye göz hareketleriyle duyasızlaştırma olarak çevrilen bir terapi türünde relaksasyon çalışması yapılırken uyluklara ve kolların kelebek pozisyonunda omuzlara dörder defa vurulması tekniğinden bahseder. Aslında bizim için çok tanıdık bir harekettir. Yas döneminde olan kişilerin sıkça yaptığı, bizim " dövünme " dediğimiz bir davranıştır. Beynin bu hareketle sinirlere acil durumdan çıkış ...

Zayıf Kişilik

Genellikle zayıf kişilik yapısındaki kişilerin yeni sosyal norm olarak ortaya attığı bir şeydir normaldışı davranış. “Güç, akıl, sevgi” gibi kavramları uç noktalarda yaşayan bu kişiler topluma baskın olma konusunda epey istekli ve dirençli oluyorlar. Mesela güç eksenli bir normal davranış modeli güçlünün zayıfı ezdiği ekoldür. Zorba ve mağdur yetiştirir. Bu zorba ve mağdurların anne babalarının hayatlarına bakıldığında onların da birçok konuda zorlandığı, bunu zorbalıkla ya da mağdur kahraman rolüyle gündemdeki sorunları geçiştirmeye çalıştığı görülmektedir. Gerçeği odaktan kaçırmak için savunma mekanizması dediğimiz egoyu koruma davranışları burada devreye girmektedir. Anne babayla olan güven bağını bebekliğinde ve çocukluk dönemlerinde kuramayan bireyler için toplumdaki birçok kişi rakip ya da tehdit bir varlık olarak görülebilir. Aşağılık kompleksinin oluşması, bireyin içinde uhde kalan yaşanmamışlıklar yüzünden oluşmaktadır. Ebeveynleriyle ve toplumla güven bağını kurabilmiş kişile...

Sicilya'da Hayal

Bu yazıda hayale dalalım istiyorum. Çocukken günün neredeyse çoğunluğunda yaptığımız gibi birlikte hayal edelim. Bir adadayım. Aşina komşuları olan sokakları mor, pembe, sarı çiçeklerle bezeli. Sokaktan geçenleri kokusuyla uçurur cinsten çiçekler ama. Taş bir ev. Eski, hani şöyle geleneksel mimarilerden. Terası ve aynı zamanda bahçesinde beyaz sandalyeler ve bir masası da var, begonvillerin gölgelediği. Bahçenin çevresi yeşiller içinde; zeytin ağaçları, incir ağaçları, palmiyeler... Karşısı deniz. Deniz dediysek şanını da ismiyle hatırlatalım, Akdeniz. Masmavi, şöyle insanın içini hayatla, huzurla dolduracak kadar mavi. Sabah güneşi yavaştan uyandırmış. Duvarlar nemden biraz aşınmış. Ancak taş ev heybetinden, sevgisinden bir şey kaybetmemiş. Bahçede saksılarda rengarenk çiçekler. Hepsi sizinle hayatı kucaklamış. Kim bilir hangi sohbetlere aşina. Evin içinde duvarlardan çarparak, pencerelerden dökülerek plaktan eski şarkılar çalıyor. Hafif bir rüzgar var havada. Yosun kokusu çiçek koku...