Ana içeriğe atla

Mırıldansa Mahalle Maçı

Her şeyin basit olduğu varsayımı hayatın bir saniyesiyle yıkılabiliyor. Kolaylaştırmıyoruz hiçbir şeyi. Doğanın sadeliğini bile karman çorman yapmanın peşindeyiz. Sevmediğimiz ne varsa onu yeşertiyor, büyütüyoruz. Mevsimi olmayan şeyleri yaşatıyoruz birbirimize, her gün kendi deviniminde doğan-batan güneşe karşılık. Hayatın müziğini kaoslaştıran kızgınlıklarla, nefretle, hırsla kendi yıkımımızı hızlandırıyoruz. Fena yıkıldık. Fena yalnızlaştık. Kavga ettikçe kaybettik. Kendi tükenmişliğimize zemin hazırladık işte. Başka dünyalar, başka başka saadetler uzaklarda artık. En uzak notanın garip çınlaması gibi kaldı, mutluluk. Neyle mutlu olacağını bilmeyen bir toplum düşünün, paylaşmaktan aciz, kendi çöküşüne gözleri kapatan. Kendi evinin her tarafına tuzaklar yerleştiren bir arsız gibi. Modern zaman! Evet, adı ile mide bulandıran, modern zamanlardayız. Kinle, nefretle, bulantılarla asriyiz. Beyinlerimiz bilgi kusuruyor, dillerimiz tetikte. Övüncümüz, aşırılık! Eskiden elektriğin kesilmesini istemezken, şimdi mum ışığını arar olduk. Eskiye özlem, eskiye hasret. Sanki doymamış rûhumuzun geviş getirmesiyle tatmin olacakmışız gibi. Neler taşıdık hayatlarımızdan. Memnun olamadık bir türlü. Oysa hepimiz şair, hepimiz yazar olmuşken... Güneşin batışını ağdalı ağdalı betimleyenleri değil, güneşin batışını mahalle maçının sonu olduğunu bilmek istiyor. İlkinde anlamsızlık var artık. Fotoğraflar çılgınca bağırıyor; kaybediyorsunuz zamanı! Oysa zaten zaman hep kazanır. Anıların dışında. Zaman, anılarla insanın zihninde mülkü olur. Seneler sonra hasat gibi çıkar aradan. On senede birdir belki de. Biz mahalle maçlarının skorlarını unuttuk. Aklımızda dostluklar kaldı. Bir şarkının ezgisi gibi mırıldansak sanki mahalle maçına tutulacak gibiyiz. Asrımızın tanımları hep taklit. Kimseye ait olmayan ordular gibi, paralı askerler gibi. Bildiğimden, gördüğümden kusuyorum. Canım sıkkın tedirginliğimden, korkumdan. Emin olamadığım savsak bir gelecekle başbaşayım. Niçin, kiminle savaşmaktayım? Yorgunum, çok yorgun. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...