Ana içeriğe atla

Lahcin

İnsan, hatasını sevmez. Geçmişte yaptığım hatalardan dolayı kendimi pek sevmem. Bir yanım hep nedamet taşır. Keşke şöyle yapsaydım... Onun yerine şöyle deseydim... Falan filan. Beynime nedamet taşıtan taraf mükemmellik diye çıldıran taraf sanırım. Her şey kusursuz, net ve tam ayarında yapılmalı. Geçmişi düşündükçe acı veren, beynimi ekşiten anılar genellikle ikili ilişkilerdeki yaşantılar. Bazen susamış gibi sadece kitap okumak isteyişim sanırım bu yüzden. İkili ilişkilerde özellikle sevdiklerimle kurduğum bağlarda yaptığım münferit hatalar en çok canımı sıkan. En başta öyle bir dökülürüm ki karşıdaki konuşmaya fırsat bulmadan dinlemeye başlar. Ben hep sihirli "normal"lerden bahsederim. Neye nasıl tepki verdiğimden tutun da neyin nasıl olması gerektiğinden konuşurum hep. Okuduğum, duyduğum, beni büyüleyen ne varsa onunla karşıdakini büyülemeye çalışırım. Büyülenirler mi bilmem ama sonuçta dinlerken çok da sıkılmazlar. "Çok" da sıkılmazlar diyorum çünkü bazen sıkıldıklarını hissederim. En büyük kabusum da burada başlar işte. Karşıdakinin sıkıldığını hisseder ya da düşünürsem o gün mutlaka o şey beni uykusuz bırakır. Bu düşünceyi genelde ailede devamlı başkalarına nasıl davranılması gerektiği nutukları çekilirken ezberledim.  Bunun dezavantajı başkalarının tepkilerini düşünürken kendi düşünce ve hislerinize sırtınızı dönmeniz. Uykusuz kalınan geceden sonra sonraki ilk görüşmede karşıdakinin tepkilerine daha çok odaklanırım. Karşı taraftan müspet bir tepki geliyorsa o gün içim ferahlar en azından. Ama bir memnuniyetsizlik hissedersem hemen kendimi içten içe paylamaya başlarım. İşte burada ara açılmaya başlar. Sevmemeye başlarım kendimi. Mükemmeliyetçiliğin besin kaynağı elalem denilen rezil grubun görüşleridir. Bu rezil grup bütün doğruların ve yanlışların, gerçek ve yalanların yegane kriterleri kendisiymiş gibi davranır ve bazen de verilen kararları ya da alınacak tavrı göstermekte bir şempanze sürüsü gibi davranmakta ustadır. En çok gerçeği savunanların yalanı çok kullandığını, en çok namus derdine düşenlerin her türlü namussuzluğu işlediğini, en çok kınayanların en çok hata yaptığını, en doğrucu olanların en fazla hata yaptığını ufak bir gözlemde görebilirsiniz. Ancak bunların bu sürü içinde nasıl kaldığını düşünüyorsanız cevabı çok basit; bu tezatlıkları taşıyan insanlar sürüye kendilerini koruması için yatırım yapar. Sizinle tartışırken aslında size hitap etmez, sürüye hitap eder. Yani sizi bir anda sürüyle baş başa bırakır. İyiyi savunan kişiler genelde bu tarz sürülerde pasifize edilir. Gözlemlerseniz farkına varırsınız; kanaat önderi sayabileceğiniz, ahlaken olgun gördüğünüz kişiler toplumda hep bir köşededir. İşte elalem baskısı dediğimiz rezil şeyin aslında topluma ahlakıyla önder olamayacak kişilerin baskın olmasından başka bir şey olmadığını görüyoruz. Her insan gibi ben de bu doğru-yanlış cıkcıkçılarına karşı nasıl pozisyon almam gerektiğini öğrenmekle geçirdim çocukluğumu. Çocukluğunda elalemin sevmesi için uğraştığınız çocuk, en başta kendisini sevmesi gerektiğini öğrenmeden büyür. Ben devamlı, çocukluğumdaki anılarda kendime kızarım; keşke kendimi daha çok korusaydım. Başkalarının sahip çıkmasını beklemeden... Bilseydim keşke daha önceden her şeyi. Şimdi her öğrendiğim şeye geç kaldığımı düşünmemi buna bağlıyorum. Sık sık gerçek nedir diye sorguluyorum. Her kuş kendi cinsiyle uçar. Cinsimden birini bulunca kanat çırpıyorum. Uçuyorum o zaman, rüzgar gibi hafifliyorum. Bir kez cinsimden buldum ama elaleme yem ettim. En büyük pişmanlığım, hatam o oldu. Ne ben uçtum, ne de o uçtu. Ben kanadını kırdım, sormadım, konuşturmadım. Ben de artık sormuyorum, konuşmuyorum, uçmuyorum. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...