Ana içeriğe atla

"Ben"le Karşılaşınca "Ben" Olur muyum?

Merhabalar, umarım güzel günler geçiriyorsunuzdur. mevsimin değişmeye başladığı şu günlerde ufaktan büyükten hastalanmalar artmaya başladı. Şu aralar ben de böylesi bir soğuk algınlığı yaşıyorum. Mevsimin değişiminden -kendimi bildim bileli- her zaman fazlaca etkilenirim. Hatta bazı zamanlar değişimi sevmediğimi kendime söylerim.
Bugün sizlere insanın "kendiyle karşılaşması" konusunda bir yazı yazmaya karar verdim. Ebeveynlerle yaptığım görüşmelerde hep kullandığım birkaç cümle vardır. Bunlardan biri bireyin çocuğuyla kurduğu ilişkinin kendi çocukluğundan bağımsız olmayacağıdır. Hatta kendi çocukluğuna dair eksik kalan, yaşanmammış ne varsa bunun bireyin kendi çocuğuyla kurduğu ilişkiyi dizayn edip yönetmeye başlayacağı gibi iddiayı ileriye taşıyabilirim. Özellikle kendi anne babasıyla ilişkisi iyi olmayan bireyler anne veya babalarına benzemeyeceklerine dair sözler verirler. Oysa ki annelik ve babalık rolü için farklı bir repetruar gelişmemiştir. Bir şeylerden kaçmak belki de ona yaklaşmanın bir yoludur. Birey cesareti bulup işte bu geçmişle yüzleşebilir, karşılaşabilir ve bu karşılaşmadan sağ çıkabilirse o zaman şimdiyi yaşama, yeni ilişkiler kurabilme olgunluğuna erişebilir. Çocuğumuzla geçmişimizden bağımsız bir ilişki kurabiliriz. "Onun iyiliği için"den ziye "O gerçekten iyi mi"ye geçebiliriz. Birisi içinde kaygıyı barındırırken diğerinde saygı, sınırları belli olan bir ilişki ve samimiyet var diyebilirim. Bu karşılaşmalar bireyin kendi başına yapmakta zorlanacağı şeylerdir. Zira sistemi kontrol etme, sistemde değişikliğe gitmeyi sistem savaş zannedebilir. Yani kendinizle ilgili bir şeyleri değiştirmeye çabalarken ve bunu başarırken canınız fena halde yanabilir. İşin güzel tarafı size misafirliğe gelmiş duyguları artık uğurlayabilir ve onları ait oldukları yerlere gönderebilirsiniz. Bugünlerde çocuklarında kendilerini, kendi çocukluklarını gören ebeveynleri düşünüyorum. Hayat, onlara kendilerini aşmaları, sınavları ne ise vermeleri için farklı şekillerde kendilerini karşılarına çıkarıyor. Kızgınlıklar, kırgınlıklar, öfkeler, utançlar hala vücudumuzun bir yerlerinde saklı dururken onları anlamamızı ve kabul etmemizi bekliyor olabilir. Hatta psikodramadaki artık gerçeklikte, sahnede yaşanmayı bekliyor olabilir. Biz onları yaşadıkça onlar da evlerine dönecek. Geçmişi anarken ikili üçlü duygu çatışmalarını yaşamayacağız artık. Bugünü ân-lamak için zorlanmayacağız. Yarını düşünmek bizim için kaygı, korku unsuru olmayacak. Evet, böyle bir hayat mümkün. Unutmayınız ki travmasız bir yaşam yok. Bazen en güzel çiçekler bir bataklıkta, bir dağın tepesinde soğukta yetişebiliyor. Anlamanın sonsuz bir yolunun olduğunu kendime hatırlatarak yazıya son veriyorum. Kendinize iyi bakınız, hoşçakalın.

Yorumlar

  1. Tespitiniz çok isabetli olmuş sayın hocam; yaşadıklarımızın hem öznesi hem nesnesi olmak, hem karşılayan hem de karşılanan olmak belki de hayatımızın en büyük döngüsü.Kendi dibimizde ya da kimin dibindeysek korunma kalkanını kuşandık zannediyoruz.Dibimizden ayrılıp şöyle bir uzaktan bakabilsek kendimize o dağı ve etrafındakileri daha rahat göreceğiz.
    Yazınızdan sonra hangi eksik hikayelerimi çocuklarımda yaşadığımı sorgulamaya başladım.Size kızsam mı teşekkür mü etsem bilemedim sayın hocam.

    YanıtlaSil
  2. Her ân kendine göre anlamı var sanırım. Bana kızmanız da güzel, teşekkür etmeniz de. Çünkü anlamın değişmesi bazen daha anlamlı ilişkileri hayatımıza getirebiliyor. Yolda olmak, yola çıkmak güzeldir...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...