Ana içeriğe atla

Ağacın Kokusunu Duymak

Öyle meşakkatli bir hayatı yaşıyoruz ki bir parkta yürürken tartışan konuşmalardan dolayı ağacın kokusunu duyamıyoruz. Hatta gözlerimiz kaldırım taşını takip etmekten ağaçların ne ağacı olduğunu sormuyor. Ben en çok yağmur sonrası açan güneşte yürümeyi severim. Sanki bir tazeleniş oluyor ağaçlarda. Sanki, uzun süre nefes tuttuktan sonra yağmurla yıkanıp güneşle uzun bir nefes alıyor ağaçlar. Bunu ben hissedip, düşündüğüme göre ağaçlar da yaşıyor olmalı diyorum. Belki bir anlam yüklemek istiyorum, kim bilir... Bu ağaçların gölgesinde diyorum, tılsımlı bir şeyler var. Ağaç gölgesinde yürüyen başlıyor düşünmeye. Kim neyi çözmeye, analiz etmeye çalışıyor bilmiyorum ama gözlerden anlaşılıyor. Sanki Çınar yaprağının şekersi kokusu sufle veriyor. Başlıyor yürümeye, düşünmeye insan. Sonra ıhlamur, mola ver diyor. Kokusu duraklatıyor. Biraz daha yürümeye başlayınca palamut yaprakları sahne gibi uzanmış en büyük oyuncusunu arıyor. Bütün hışırtıları takip ediyor seyirciler. Sincap elindekiyle alelacele uğraşırken donup kalıyor; sahnenin misafiri var. Evet kim bilir kaç ağacın hikayesi yazılır. Tepede güneş varken, yağmur işini bitirmiş kurumaya çalışırken... Ve bütün duyuların birbirine karıştığı bir parkta yürürken, siz de hissedin. Bırakın şu siyaseti, borsayı, sistem tartışmalarını. Belki dünyaya geliş amacımız bunları tartışmak değildir. Herkes teknolojinin bu kadar yaygın olmadığı, insan ilişkilerinin daha samimi olduğu geçmiş dönemlerde yaşamak ister. Sanırım bu kadar bilgi sarmalının içinde kalmasak özlemeyeceğiz gibi. Yaşamın dengesi içerisinde her şey çift yaratılmış, çiftiyle mâ’ruf oluyorsa o zaman bu kadar kutsanmamalı her şey. Yaşayan öz, bir şeyin sağlıklı olduğu kadar sağlıksız da olabileceğidir. Parka çıkmak için ağacın çağrısını duymanız gerekir. O zaman gözlerinizi açık tutun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...