Anahtar bir kelime arıyorum, kimseyi kırmadan, hiçbir şey dökmeden anlatsın anlatacaklarımı. Keşke bu kadar kolay olabilse anlatabilmek. Şu yaşımda en çok zorlandığım şey; anlatabilmek. Herkesin ilk aklına gelebilecek iki neden sayabilirim; anlatmayı becerememek ya da karşıda oluşabilecek direnç. Sözleri etkili kullanma becerisini sanırım üniversite yıllarında bir raya oturtmuştum. Samsunun bana bu konuda elverişli bir ortam sağladığını söyleyebilirim. Ancak ilk çalıştığım ve şimdilerde çalıştığım şehirde bu beceriyi kullanmakta zorlanıyorum. Evet ikinci nedene bağlanıyoruz burada; direnç. Direncin oluşmasının nedenleri üzerinde çok düşündüm diyebilirim. Bulduklarım arasında kendi sistemime kastadebilecek şeyler bile çıktı. Ama artık problemin kaynağı olarak kendimi görmüyorum. Bu haksızlığı bir defa yapınca direncin aşılamadığını gördüm çünkü. Yaşadığım şehirde herkes her şeyi bilir, herkesin her şey hakkında mutlaka bir fikri vardır. Bu sizin uzmanlaşmaya başladığınız mesleki bir konu bile olsa insanlar sizi çok kolay harcayabilir. Bilimsel bir gerçeklikten çok cümlelerde ki alt etme, bilek güreşi kimin doğru olduğunu saptayabilir. Ne kadar mantıklı konuşursanız konuşun, karşıdakinin önyargıyla size saldırmasını engelleyemezsiniz. Hatta küfrederek, anlamsız sesler çıkararak sizi bastırmaya çalışabilir. Önemli olan bir senteze ulaşmak değil, oyunu kazanmaktır. Evet bu davranış biraz ortaokul çağının saplantısı gibi görünüyor. Artık direnci geliştirenin nasıl direnç gösterdiğine bakarak kaç yaşın direncini gösterdiğini saptayıp, kaç yaşında saplantı geliştirdiğini bulmaya çalışıyorum. Biraz yorucu gibi görünse de aslında gittikçe hızlanan bir analiz şekli. Eğer yaşı saptarsanız sizin o dirence enerji harcayıp harcamayacağınız da hemen bulunuveriyor. Şu var ki bir konu üzerinde merakla oluşan araştırmada derinleştikçe konuyu karşıdakine anlatmak zor gelmeye başlıyor. Tabi bilimsel bir meraka sahip bir kişiyle paylaşıyorsanız durum farklı. Ortaklaşa sentezlerin ortaya çıkması daha kolaylaşıyor. Ancak merak yeteneğini kaybeden birisiyle konuyu konuşmak zulümden başka bir şey değil. Bir de sizin kurduğunuz senteze, karşılaştırmalara, birleştirmelere hala tez-antitez gibi bakmaya çalışanlarda da direncin çok olduğunu gözlemledim. Herkesin öğrendiği; oyunu kazanmak gibi görünüyor. Aslında iyi bir oyun oynamak daha değerli olmalı. Hayat görüşünü geliştirmek, insanın kendini keşfetmesi, ilgilerini artırması, yeteneklerini ortaya çıkarması çok güzel şeyler olması gerekirken, yaşanılan yerin kültür normlarına uymuyorsa hiçbir anlam ifade etmemesi çok üzücü. Üzücü olmasının yanında hayat kalitesini düşüren bir şey. Bu tarz bir durumda iki seçenek çıkıyor insanın karşısına; ya her şeyden vazgeçip geleneksel bir kültür taklitçisi olmak ya da her şeye rağmen kendi bahçemi yeşermeliyim deyip insanlardan uzaklaşarak yeniliklere devam etmek. Sanırım benim yaşımdaki birçok birey bu dilemmayı yoğun yaşıyor. Her eğitimden geçen kişinin kültürlendiğiyle ilgili bir yanlış anlaşılma var. Maalesef ki her üniversite eğitimi alan kişi multikültürel bir birey olmuyor. Bu tamamen kişiyle alakalı. Okuduğum kitaplarda ABD'de, İngiltere'de, Fransa'da üniversite okuyanların cinsiyet oranlarına bakıldığında 20-30 yıl önecesine nazaran kadınların oranın erkeklerin oranından yüksek olduğu ortaya çıkmış. Ancak bu değişim kadınların kendini geliştirmekten çok ekonomilerini garanti altına almak için oluştuğunu ifade ediyorlar. İşin cinsiyet farklılıkları başka bir yazının konusu olsun, ancak biz ekseriyette devam eden ekonomik kaygıların lisans eğitimlerinin alınmasının en önemli sebeplerinden olduğunu söyleyelim. Bu anlaşılabilir bir şey tabi ki ama lisans süresince kimileri başka aktiviteleri de günlerine sığdırmayı başardı sonuçta. Kimi evine yine geleneksel bir süreci devam ettirmeye dönerken kimi de değiştiğinin farkında, konfor alanına girmeden değişime devam etmenin hesabında dönüyor. İlkinin hayatı büyük sürprizler yaşanmadan devam ederken, ikincisinin ki biraz daha çalkantılı devam ediyor. Kimin hayatının ideal olduğunu sanırım gelecek karar verir. Ancak çağın vebası anlamak, anlatabilmek ve anlaşılmak olacak gibi görünüyor.
Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...
Yorumlar
Yorum Gönder