Ana içeriğe atla

Doğu mu Batı mı?

Bu gece amcamla yaptığım sohbetteki zihnimde uzunca bir süre yer edinen bir cümle üzerine yazı yazmak istiyorum. Romanlar üzerine konuşurken, Batı dünyasının yazdığı birçok eserin fikir aşılamak, fikir uyandırmak üzerine olduğundan bahsettik. Önemli sayılabilecek eserlerin kasten yazıldığı gibi bir şüpheci durumdaydık. Ki birçoğunun korku kültürü oluşturmak misyonuyla yazıldığını artık bilmeyenimiz yok. Amcamla konuşurken farkettiğim şey; Batı'nın fikir ekmeye çalışırken, Doğu'nun eylemi önplana çıkarmaya çalışması oldu. Kitap okumayı bilgisel bir alış veriş sayarsak bir taraf fikir satarken, bir tarafın da eylem satmaya çalıştığını görebiliriz. Batı; düşüncenin, ideanın, ideolojinin, algının önemini her defasında vurgular. Ancak buna karşın Doğu; eylemin, neden sonuç ilişkisinin, olması gerekenin değil olanın önemini ortaya çıkarmaya çalışır. Birçok bilimsel buluşun isim atasının hep Batı olduğu düşünülür ancak araştırıp baktığımızda Doğu zaten bulmuştur ancak isim vermekle uğraşmayıp işleviyle ilgilenmiştir. Bu iki tarafın ortasında kalan yerler ise tarihsel anlamda hep arabulucu, ortak masa işlevi görmüş. Bu bağlamda İskenderiye kütüphanesi tarihte çok üstün görev yerine getirmiş örneğin. Bilginlerin, bilim insanlarının biraraya geldikleri  yer haline gelmiş. Gerçek bir sentez için çok güzel bir buluşma. Batı gelişimi yaptığı çalışmalarla hep dışarıda ararken, Doğu gelişimin hep içsel olduğuyla ilgilenmiş ve ortaya çıkan buluşlar hep farklılık arzetmiş. Batı'da şekil önemliyken, Doğu'da mana önemlidir. Edebiyatta bunun izleri çok rahat görülebilir. Her iki taraftan beslenenler ise daha orijinal sentezler ortaya çıkartabilmiştir. Hangi tarafın üstün olduğuyla ilgili çok kavga çıkmıştır. Fikirehli mi olmak önemlidir yoksa zikirehli mi? Sanırım birinin varlığı diğerine bağlı. İnsan düşünmüyor değil, bazen yaşamak için karşıtı olduğumuz şeyleri de kendi elimizle varediyor olabiliriz. 

Hoş sada ile....


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...