Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ege'nin Siyahı

Şimdi ne şarkı var ne yazılar, siirler. Alkol kokan sahiller, tensel yıpratma yarışları, sebepsiz saldırganlık ve çöp dolu gecmisler var. Hangi kısmına yaşamlarımızı yerleştiririz bilemiyorum. Tanım arayisindaki cevre gözlemleri yormaya başladı. Ruhumu yorgun hissediyorum artık. Zaman geçtikçe kendimle basbasa buluyorum kendimi. Sahil kenariyla herhangi bir oda arasında fark kalmadı. Düşünce yorgunlukları heryerde. Karanlık denize simiti bölüp atmak gibi uyuyan balıklara ziyafet çektirmekten sıkıldım. Yaşamımda anlam arayışımı sonlandirmam gerek sanırım. Bitmiyorum. Günlerin, saatlerin, dakikaların sonu gelmiyor zaten. En azından şimdiye kadar öyleydi. Anlamı ınsanlarda aramanın bir anlamı yok artık. Hem onca şey öğrendim derken aslında en büyük öğretmenden de kaçtığımı fark ettim. Evet, can acıtan bir sey ama neden canı yanar insanın onu da bilmiyorum. Ama yine de onun öğretme sabri her zaman benim cahilliğimin önüne gecti. Sevindirici en azından.  Deniz cok yordu. Dalgalar yordu....

Tutkunun Ölümü

Sevmenin bambaşk şeklidir tutku. Öylece hayatından sökülüp alınınca bir daha gelmeyen bir şeydir. Ve çok can acıtır. Belki delice hareketler yaparsınız belki de şair olur çıkarsınız. Hayatın seyrinden çıktınız kesindir ama. Öncesi ve sonrası oluşur. Ondan önce yaşayan, kanlı, canlı biriyken sonrasında Dünya'dan vazgeçmiş, ölmeyi öğrenmişsinizdir. Ve bir kadın sizin hayatınıza girip bunu mutlaka yapar. Sizi kendine aşık eder, hem de tutkuyla bağlanırsınız. Ama günün birinde sebepsiz çeker gider. Ne kendini sevdirmesinin bir nedeni vardır ne de bırakmasının. Öylece size söz hakkı bile vermeden, açıklama yapmadan çekip gider. Gittiğini sanır ama öyle bir şeydir ki bu kılıcı saplayıp ölmesini bile beklemeden, ölmeyle can çekişme arasında bırakmaktır aslında olan. Nasıl olsa kendi canı acımaz ve sizi de düşünmez. Sıkıldıkça gelir o kılıcı biraz daha sokar. Yaranızdan kanlar akar ama hiç oralı olmaz. Oysa ki bembeyaz küçük kuş ellerini, buğday tarlalarının narin ama bir o kadar da mağrur...

Pencere

Kalbimi sıkıştıran bir geçmiş var. Bütün pencereler uzakta sanki. Dışarıda gönlü güneş, sevgisi güneş bir kadın var. Zorlu bir kışın kardeleni. Mevsiminde doğmamış hiç. Mevsiminde yaşamamış... Hep bir ayrılık hep bir keder. Sesini bile duyurmaktan aciz pencereler. Felç geçirmiş kalbim pencereye yanaşmaya aciz. Kapalı kapılar ardında sessiz matem çığlıkları ve geçmiş acıların kabusları var artık. Oysa güneş var dışarıda. Ne büyük umut ve hüzün kaynağı ama! Susması ayrı güzel, dillenmesi ayrı. Bir ziyneti var; kalbi. Onun için de korkar. Kırmasınlar ister. Ama hayat da tam tersi için uğraşmaya devam ediyor hep. Belki de bu yüzden sessizliği. İsyan ettiğini görmedim. Dünya ayrı dönerken O'nun atmosferi başka sanki. Ne hırs var dünyasında ne de kin, nefret. Sadece insan olmanın telaşında mutlu olmaktan başka ne derdi var ki. Diyebilirsiniz ki çok övdün onu, ete kemiğe bürünmedi. Ne bileyim, doğrudur. Ama aklımda, hayalimde, gönlümde öyle. Öyle de kalsın istiyorum. Dünya telaşına hiç bu...

Tekrarlar Duyguları Öldürür!

Büyümenin değil de artık yaşlanmanın, tekrara düşmenin sancısı aldı beni. "Tekrarlar duyguları  öldürür!"dü, öldürdü de. Kendimi yeni ilişkide güvensiz zamanları yakalarken buluyorum artık. Tam her şeye yeni başlamışken diyorum ki içimden her şey kendi akışında gerçekleşecek. Ama ne hikmetse işin içine girdikçe ben bunalan, kaçmaya çalışan biri olmaya başlıyorum. Nedenini de bilmeden. Artık ne tanımlar tanım oluyor ne de felsefi çıkarımlar. Sanırım basit yaşamak denilen şeye düşüncesizce yaklaşmak gerekiyor. Bugünlerde bir şeyin kıymetini anladım ki o da; eylemdir. Evet, eylem. Düşünmeden, düşünceyle yorulmadan karar ve eylem. Belki diyorum şimdilerde düşünmeden eyleme geçseydim ilişkimde. Ve bana açılan eli öylece yapayalnız bırakmasaydım. Insan yalnızlığa bir kere alıştı mı artık bir nefesin bile yanında olması çekilmez bir şey olarak görünüyor. Uzun yol kaptanlarının, denizcilerin yalnızlığını daha iyi anlıyorum artık. Çünkü insan, bir zaman boyunca yalnızlığa alışmak zoru...

Vesselam.

Beğenilmek hoştur ! Valla hoştur. Ciddiyim, dalga geçmiyorum. Hele bir de kadınsanız, ayrı bir hoştur. Zaten fıtratınız itibariyle estetik, güzellik size atfedilmiştir. O yüzden belki bir bakış, belki bir endam, söz güzelliği çevrenizi aşırı etkileyebilir. Aynı zamanda da sizi çok zayıf düşürebilir. Yani nerden çıktı bu, demeyin. Güzel olma ve beğenilme arzusu sizi çıldırtıp zaaf haline gelebilir ve sizi saçma sapan bir düzenin içine sokabilir. Her yerde varolmak isteyebilirsiniz. Bütün dikkatlerin sizde olmasını sağlamak için çabalayabilirsiniz. Bu ve benzeri parodilerin içinde gülünç duruma düşersiniz. Aslında daha da kötüsü değerinizi düşürüp, toplumun da seviyesini aşağı çekebilirsiniz. Medeniyetin, kültürün aynası kadının toplumdaki yeridir. Eğer kadın değersizse, değersizleşme çabası içerisinde ise toplum için olumlu şeyler beklemek saflık olur. Toplumu analiz etmek istiyorsanız kadınların toplum içerisindeki yerine bakın. Şahsen kendi toplumuma bakmak dahi istemiyorum. Gelgele...

Vals

Onca kapıyı aralamanın, yalnız yaşamanın, şiire, tiyatroya, filme tutunmanın sonunda saksısından sarkarak pencereden hayatını izleyen şu çiçek gibiyim. Adını bile koymadım, bulamazdım da zira. Nedir bunca beni hasret bırakan, her daim düşündüren şey? Kendimi ne zaman sorgulamaya itsem doğanın bir köşesinde doğaya hayran buluyorum. Evet, doğanın ne kadar harika olduğunu görmeye başladım. Şimdiye kadar bihaber yaşamışım, üzgünüm. Üstelik kendimi artık doğanın bir parçası olarak görmeye de başladım. Ve ne kadar gıpta ediyorum doğaya... Çünkü iklimi uymuyorsa açmıyor bir çiçek, bir ağaç. Ya bizler, insanoğlu... Bize ait olmayan ne varsa peşinde sürüklenerek zoraki yaşam hapishaneleri üretiyoruz durmadan. Bazen bir gönülde açmaya çalışıp açmazları olmayan şeylerle kahrediyoruz geleceğimizi. Oysa ki yaşamın her anı akıp giderken elimizden, dünyanın başka bir ucunda ne heyecanlar ne sevinçler var. Ve insan kalabalıklar arasına girince kendi dünyasından çıkabiliyor ve ne kadar da sayıca eksi...

ağırbaş fikri

ağırbaşlı doğrular kenarında taşlar, taşlarla yan yana ağırlığıyla dibe oturur. eğilir salkım söğüt, gölge telaşıyla. uzakta sürüler günün yolculuğu sırtlarında tepelerden salına salına iner. bir yaşlının elinde doğrular nasırlarla gizlenmiş kimisi emek der kimisi rızık "günün birinde..." zamanı var dilinde anlatır durur gözleri gördüğü yere kadar, ağrır dizleri yürüdüğü yere kadar anlatır şehirlerin eski halini eski esnaflarını birden toz bulanık olur kadraj canlanır kulak verene en çok o uykuları sever küçük çocuklar bir akraba ziyaretinde çayın, bisküvinin kokusunda  hikaye olmuş zamanı dinlerken dalar en güzel uykuya. unutulduğunda saatin geç olduğu bir baba sesi uyandırır efsun da yarı baygın  sarı sokak ışınlarını  göz kapaklarında seyrederken bir sihri de kaydetmiştir artık hafıza; ağırbaşlı dedelerin sihrini.