Ana içeriğe atla

Modaçağ

Mazinin insanı ne kadar da edepliymiş. Eşeledikçe geçmişi hatırıma geliyor. Şimdilerde "moda" olan bir adetten bahsedeceğim: bir mekana girilirken kadına öncelik verilmeli. Anormal bir şey yok gibi görünüyor değil mi? Oysa ki ne kadar çok geleneklerimizi unuttuğumuz kanıtı. Eskiden kadınlar edepten kocalarının önünden yürümez, arkasından gelirdi. Hani hep derler; "Her başarılı erkeğin ardında mutlaka bir kadın vardır" diye. Galiba, düşündükçe sebebinin bu olduğu farz edilebilir. Bizim kadınlarımıza kim neden demişse bu iş sizi küçültüyor diye, kadınlarımız da başkaldırmışlar. Geleneğin çürümesinin sebebi, biraz daha kadınların iş hayatına atılmaları için başkaldırmalarının sağlanması. Bu nasıl da bu kadar büyüyor, abartıyorsun diyebilirsiniz. Lakin büyük değişimlerin hepsi küçük adımlarla başlar hep. Elbet de bütün sebebinin bu olduğu söylenemez. Şimdilerde evlenme çağında olan güruh bunalımda. "Evlenme çağı" diye bir çağ ortadan kalktı mesela. Bunun yerine koyacakları alternatif bir şey de yok. Yani hazırlıksız bir işe kalkıştılar ki, o da "modernleşmek!". Modern olabilmeniz için kadına öncelik tanımalı ve dünyanın merkezi oymuş ve onu korumak size kalmış gibi etrafında pervane olmanız gerekmekte. Eğer bunları sağlamıyorsanız çeşitli sıfatlara-hakaretlere maruz kalabilirsiniz. Dikkat ettiyseniz kadının herhangi bir şey vadetmesine gerek yok. Efendilik olsun, ağırbaşlılık olsun, iş bilirlik olsun, vs. Sadece istemek üzerine bir alış, ama vermeyiş. Bu yüzden sevenin hali zor. Belki daha sonraki evrelerde değişimler olabiliyor ama çağın sevgi anlayışı mânâdan uzaklaşmaya başlıyor denebilir. Evet, şimdi kadın illa ki arkanızdan yürüyecek diye bir şey yok. Yanınızda da yürüyebilir sonuçta. Derdimiz sadece mânâlardan uzaklaşmamak.

Hoş vakit üzere...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...