Ana içeriğe atla

Arkadaşım Karabatak




Paslanmış bulutlara baktı arkadaşım karabatak. Peh dedi, gökyüzü de benim kadar yıllanmış ve yorgun... Bu kadarı bana yeter deyip daldı denize. Onunla birlikte ben de tuttum nefesimi. Ama fazla dayanamadım. Arkadaşım karabatak kadar antrenmanlı değildim anlaşılan. Beni bulutlarla başbaşa bıraktı ve kayboldu kül rengi denizde. Dönüp ben de baktım bulutlara. Çocukluğumdaki bakır semaverin rengindeydi bulutlar. O an gözlerimin kenarına ilişiverdi anılar. "oynat" tuşuna bulutlar basmıştı ve gözlerimin önünden çocukluğum geçiyordu... Hiçbir zaman aynı tadı bulamayacağım bir çaydı o, semaver çayı. Küçüğüm diye açık içmek zorundaydım. "Çayın fazlası küçüklere iyi gelmez" diyerek ikinci bardağı doldurmazdı annemler ama ben ne yapar ne eder içerdim. Çocukluğum kadar masumdu, seyre daldığım bulutlar. Arkadaşım karabatağı aradı gözlerim ama göremedim. Belli ki içli bir efkar demlenmişti yüreğinde. Dalıp gitmiş ve daha çıkmamıştı. Deniz de, olabildiği kadar pürüzsüz, dümdüz çarşaf gibi. Karabatağın bu dalgalı ruh halinin tersine deniz, mesaisini bitirmiş memur rahatlığında keyif çatıyor gibi. Epeyce vakit geçtikten sonra su üstünde belirdi arkadaşım karabatak. Yüzünü tam okuyamadım. Daldığı yere göre epeyce uzakta bir yerden çıkmıştı denizden. Gözlüklerimin izin verdiği kadar seçebildim onu. İlk farkettiğim şey, unutulmuş olmamdı. Arkadaşım dediğim karabatak beni bırakıp denize doğru yüzüyordu. Seslendim arkasından ama sahilde sesim boğuk çıktı. Yapayalnız kalakaldım. Ne yapacağımı bilmeden, elimi ayağımı koyacak yer bulamadan... Dönüp bulutlara baktım. Yıllanmışlığı, yorgunluğu bulutların sırtına yükleyen güneş tepeyi aşmıştı. Bulutlar renksiz, ben yalnız... Sahilde yarım saat öylece bekledim. Sonra kalktım ayağa... Yürümeye başladım... Dilime dolanan şarkıları söylemeye başladım. Saatin her saniyesine bir adım sığdırarak, kaldırımdaki taşları simetrik bir şekilde geçmeye çalışarak akşam çökmüş şehirde, bir yabancı seyyahçasına yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm...
Hoş vakit üzere...
19.11.2010
Yunus Emre KOÇAK

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Penzberg Günlüğü

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Bugün sizlere daha önceden kaleme almadığım bir türde yazı paylaşacağım; gezi notları. Ara tatilde Almanya'nın güneyine kısa bir gezi yaptım. Gezide gördüklerimi, gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım zihninizde güzel bir yolculuk olur. "İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır". Saint Exupery Yolculuğum Sivas'tan İstanbul'a uçak seyahtiyle başladı. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı inanılmaz derecede büyük ve içerisi alışveriş merkezlerinin bulunduğu kocaman bir çarşı... Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Değişik bir iklime sahip. İnsan seli deamlı bir yerden bir yere yürüyor. Dinlenme sayılacak bir bekleyişten sonra Münih uçağına geçtik. Bizim uçak D11 kapısındaydı. D harfinde toplam 17 kapı var. Diğer kalan harfleri de çarpıp toplarsanız kasttetiğim havalimanının büyüklüğünü tahayyül edebilirsiniz. Münih uçağından aklımda kal...

Innsbruck Günlüğü 1. Bölüm (Şehir)

Gezi yazısının ikinci kısmından merhabalar. Bu yazıda size Avusturya'nın Innsbruck şehrini anlatmak istiyorum. Inns nehri yanında bulunan şehrin, isminin ikinci kısmı köprü anlamına geliyor. Innsbruck'u beni akrabam sevgili Zekiye BALDIK gezdirdi. Yol boyu şahane sohbeti ve şehirlere ait fantastik bilgileri sayesinde çok güzel bir gezi oldu. Almanya'dan Alp Dağlarını aşınca hemen Avusturya'ya geçmiş oluyorsunuz. Büyüleyici göl manzaraları, dağ manzaraları ve tarihi birçok mekanı görme şansım oldu. Gittiğimizde hava kapalıydı. Normalde bu mevsimde haftalar süren kapalı havaya ben bir gün denk gelmiş oldum. Benim için farklı bir fırsat kapısı oldu; Swarovski müzesi ve Schloss Ambras'ı (Ambras Kalesi) gezme şansım oldu. Ki çocukluk hayalimdir müze gezmek. Beni çok büyüler. Tabi bu iki müzenin dışında şehir merkezini de turladık. Bir binanın çok ilginç bir yanı varmış, gözlerimiz büyülendi, The Golden Roof (Altın Çatı). Binanın bir kısmında bulunan çatı, saf altından ya...

Gerçekten Duygu

Uzunca bir süreden sonra merhabalar. Umarım geçen süre içinde güzel vakit geçirmişsinizdir. Bu yazıda yaşam ve gerçeklik üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi ki olmazsa olmazım duygular üzerinden bahsedeceğim. Son zamanlarda zihnimi işgal düşünce; "yaşam, gerçekliğe ulaşma, gerçekliği yaşama savaşıdır". Duyguların ve mantığın arasında gidip gelirken en fazla eğilimin mantıklı davranma, yaşama üzerine olduğunu görüyorum. Mantıktan kaideler, mantıktan planlar kuruluyor ama dışarıdan bakıldığında da her şey mantıksız görünüyor. Birçok felsefe, psikoloji ve psikiyatri ekolü algı üzerinde dönüp dolanıyor. Felsefe algıladığımız dünyanın gerçek olup olmadığıyla tartışırken, psikoloji bilimi algıları kabul edip yönetilebileceğini açıklamaya çalışıyor. Nöroloji ekolleri de algının nöral ağları üzerinde deneylerle ispat peşinde. Üç görüşü de eleştiriyor değilim. Üçünden de beslenildiğinde gayet sağlıklı bir sonuca gidilebilir. Gerçekliği algılamamızı engelleyen bir şeyler var; duy...