Kar yağışının bizi neşelendirdiği günlerden merhaba. Bahar geldi, biz sıcaklara kandık derken lapa lapa yağan karla kendimize geldik. Özlemişiz bütün kış beklediğimiz yağışı. Suyun insanı romantikleştirmediği bir hali yok sanırım. Elde telefonlar hemen ânı ölümsüzleştirmek için kadraj ayarlamaları yapıldı, çocukluğa dair o sevinç fotografa çerçevelendirildi. Hoş anılar bunlar. Özellikle de ânı yaşayanlar için çok sürpriz değil ama yaşama sevincini artıran şeyler. Bugün sizlerle kafamı kurcalayan bir konuyu mütalaa etmek istiyorum. Duygusal olmak ile duyguları yaşayan biri olmanın, isteklerini hayatının merkezine alan ile olmak uğruna çabalayan arasında benzerlik var mıdır? Yaşadığımız toplumda “duygusal olmak” pespaye, basit ve zayıflık olarak görülüyor. Özellikle çok fazla ağlayan çocuklar için sanki aşağılama yaftası gibi “bu da çok duygusal” deriz. Duyguları anlaşılmamış, ihtiyacı giderilmemiş bir çocuğun huzursuzluğunu duymak, şahit olmak beni hep mutsuz eder oysa ki. Duygusal diy...
balık karnında yaşar âşık. derdi kendi nefsinden belâdır.