Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hüznün Huylanışı: Belirsizlikten Netliğe

Kar yağışının bizi neşelendirdiği günlerden merhaba. Bahar geldi, biz sıcaklara kandık derken lapa lapa yağan karla kendimize geldik. Özlemişiz bütün kış beklediğimiz yağışı. Suyun insanı romantikleştirmediği bir hali yok sanırım. Elde telefonlar hemen ânı ölümsüzleştirmek için kadraj ayarlamaları yapıldı, çocukluğa dair o sevinç fotografa çerçevelendirildi. Hoş anılar bunlar. Özellikle de ânı yaşayanlar için çok sürpriz değil ama yaşama sevincini artıran şeyler. Bugün sizlerle kafamı kurcalayan bir konuyu mütalaa etmek istiyorum. Duygusal olmak ile duyguları yaşayan biri olmanın, isteklerini hayatının merkezine alan ile olmak uğruna çabalayan arasında benzerlik var mıdır? Yaşadığımız toplumda “duygusal olmak” pespaye, basit ve zayıflık olarak görülüyor. Özellikle çok fazla ağlayan çocuklar için sanki aşağılama yaftası gibi “bu da çok duygusal” deriz. Duyguları anlaşılmamış, ihtiyacı giderilmemiş bir çocuğun huzursuzluğunu duymak, şahit olmak beni hep mutsuz eder oysa ki. Duygusal diy...

Gökyüzü Hep Tepeden mi Bakar?

Hafıza-î beşer nisyan ile malüldür. Güzeldir unutmak. Belki de unutabilmeyi güzel saymak gerekir. Şiir mevsimi gelmiş, pencere kenarına ilişmiş artık. Doğanın kontrastı artmış, yeşil uykudan uyanıyor, sarılar yerden arz-ı endam ediyor, sanki unutmuşuz gibi serçenin sesine kanıyoruz artık. Temiz hava davetsiz kendine köşe buluyor, en güzel senfoniler "play" tuşunda bekliyor. Kelimeler Albay'ım, kelimeler cemreye düşüyor. O kadar da anlamsız değil cümlelerin içinde valsini yaparken. Hele şiirin içinde kök boyasıyla dokunmuş gibi motifiyle göz alıyor. İsmet Özel'i, Orhan Veli'si, Attila İlhan'ı kendi sesinden dolduruyor gökyüzünü. Bizim konuşup konuşup şişirdiğimiz gökyüzünü onlar açıyor, yağmur gibi iniyorlar taze toprak kokusuyla. Ömür hanıma içli konuşma yapan Şükrü Erbaş'la yağan karı güzellemiştim, şimdi Dalgacı Mahmut'la zihnimde navruzlar, çiğdemler açıyor. Hem de denizin ortasında. Dalga da geçerim sanki denizin kıyısındaymışım gibi. Hayat zaten y...

Yelkenli Gemilerim

Uzun bir süreden sonra merhabalar. Baharın erken geldiğine şaşıyoruz. Ağaçlar tomurcuklandı ama insan soğuk gelecek de zarar görecekler diye korkuyor. Geçenlerde bir yemek organizasyonunda bir şey farkettim; yeteri kadar ekmek sayısını tartışırken aramızdan bir öğretmen abimiz "Ekmeği fazla alsak da olur, kediler var. Hayvanlar köy yerinde aç kalıyor" dedi. O ân kendimi suçlu hissettim. Biz kendi midemizin derdine düşmüşken tabi ki onları unutmuştuk. Kışın güvercinleri, serçeleri unutuyoruz. Bahar gelip de sesleri duymasak sanki onlar yokmuş gibi davranıyoruz. Kendime serzenişler kabul edin bunları. Bugün sizlere zihnimi kurcalayan bir ironiden bahsetmek istiyorum. Tema olarak tanıdık gelebilir; istemek! Şöyle bir nesildik ki, anne babamız ya da biz yetiştirilirken söz sahibi olan büyükler, çocuğun her "istediğinin" alınmasının, yapılmasının sakıncalı olduğunu söylerlerdi. Çocukken devamlı istediklerim veya sahip olup olmadıklarımla sınav ediliyormuşum gibi geliyo...