Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

yüzkadınyıl

zamane kadını dedi aşık, ne de çok kayıp kendi ruhunda. dünya diyor da başka bir şey demiyor. yüzyılın aşıkları hep bundan sınav edildi. dayanır mı dayanmaz mı... gitti geldi, aradı buldum zannetti, sağa baktı sola göz yumdu, yok işte, yok. aradığı, bulamadığıydı. sabır hepten duvar yıkıcı korunmak üzere yapılan. kaçsa aşık, nereye kadar? dünya küçük ve dönüyor bir tarafa. kafası da gönlü de karışık, bu sefer de sevgi dilenmeye başladı. kaf dağının dibine çöken sisler gibi neresi dağ neresi aşılacak yamaç kayboldu. oturdu eteklerine dağın, bekleyeyim bari dedi. oysa ki bekleyenin maşuk olması gerekmez miydi? yüzyıl nasıl da ters düz etmiş seveni sevileni, arayanı bekleyeni... ne olursa olsun eğrelti geldi her şey. olsundu da zaten. bari o kendini bilsin. unutma kendini aşık! unutma ki hepten de eritmesin zaman. et ve kemik olmasın maşuk. yazdırsın şiirler kendini, şarkılar anlamlansın... bütün karşıcılara rağmen doğru dediğimiz aşık, doğru. günün hayrola, sözün meşk...
Aynel yakin zaman içinde değişen o kadar çok şey oldu ki... Dünya hızlı dönmeye başladı. Ardımda kalana üzülecek zamanı bulamaz oldum. Anısının peşine düşsem bulamıyorum kıyıyı, köşeyi. Mekanı durmadan değiştirince, bunca hengamede ulaşılmaz sevdiğim küçüldü gözümde. Haberini aldım, başka canlara da eziyet eder olmuş. Acırım. Hem diğer canlara hem de sevdiğime. Dilim çözülürse, bu bir ezadır. Lakin bir şey diyemem.

Maşuk...

Maşuk peşinde koşan aşık yorgun. Gelen bahar, açan çiçek, doğan güneş, burcu burcu kokan meyve ağaçları... Sanki bunların hepsi maşuk iltifat etmedikçe yalan dünyanın güzellikleri. Gece ayrı bir kara, gündüz ayrı bir aydınlık. Oysa bakıştaki bir kıvılcım aşığın dünyayı yakmasına yeter. Belki de olması gereken, çekilmesi gereken bir cefa var. Hiç uzak olmasaydı bu kadar değerli, bu kadar yıllanmış bir zümrüt kadar güzel olur muydu maşuk. Zaman, aşka da değer katar. Yıllandıkça kavuşamamalar, eli eline değse aşığa maşuğun kalbi kuş gibi pır pır atmaz mı... Dinle ey aşık... Hakikatin sırrına mazhar olacaksan, işte sana hasretin değeri. Yaşa şimdi güzelliğini ayrılmanın da kavuşmanın da... Ve bolca da şükret. Zira ahvalin sana tatlı gelmişse vardır şükredilecek bir şeyler. Günün aydın, sözün hayr ola...

Yalınlık Hali...

Bir elifle başlar, bir elifle tozar, tozu dumana katar. Bu yalınlık hali... Yine yalnızlık sahralarında serap görüyorum. Serap olduğunu da gerçeklerin sert geçişi belirliyor, ayılıyorum. Bu sevda halleri çölde uzatılmış, gösterilmiş katreler gibi. Ne içsem kanarım susuzluğuma, ne de içmesem kendimi kandırırım. Peşi sıra koşar dururum. Ben koşarım o uzaklaşır... Ben yakalarım buhar olup uçar... Ben, neye ne için uğraştığıma şaşarım. Kendi verdiğim kararların tesirinde yorarım kendimi. Yorulurum sanarım ki dünya durmuş, akmaz zaman... Sıkıntılar bitmiş zannederim. Oysa ki ne acayip bir yorgunluktur bu yalınlık hali. Hiçbir ek almaz yanına. Belki diyorum, belki de görüp göreceğim de budur şu hayatımda.